26 Aralık 2010 Pazar

Sıkıntı...

Yurt hayatı, iyi, hoş,hatta şu ara bol ders çalışmalı. (aslında şuanda hazırlanıp, yurt yolunu tutmam ve çalışmaya devam etmem gerekiyor ama...)
Canım sıkkınlığı azalıyor sanki, eskisi gibi değil ama yine arada çok kötü hissettiğim de oluyor. Ne için çalıştığından emin olamamak, hayalimi bilsem bile gerekli çabayı göstermediğimin bilincinde olmak hep kendimle çelişkiye sürüklüyor beni. kendime daha fazla stres alanı oluşturuyorum. Sonuç: "yaa bırak sınavı git piyano çal *-*" isimli tatlı rüya peşimden kovalıyor...
Birileri sürekli bizim motivasyonumuzu arttırma çabasında, üzerimde çok fazla insanın emeğini hissediyorum. Ve beklentilerini karşılayamama, onları hayal kırıklığına uğratma korkusu ciddi bir ağlama isteği doğuruyor. Neden bende ters tepiyor bu tür şeyler hiç anlamam. İnsanlar hırs yapıyor, çalışıyor, bir şeylerden motive oluyor. Ama ben etütte test başına oturup sonra boş boş önümdeki kitaba baktığımı farkediyorum. Niye ders çalışamadığımı bir anlasam. OKSye hazırlanırken daha kolay geliyordu. Elimin altında o kadar çok imkan varken hepsini ziyan ediyormuşum gibi hissediyorum.
Bu aralar bir de birilerine bağırma, çağırma, kavga etme isteği geliyor içimden. Yurtta kalmaya başladığımdan beri sevgi kelebekliği yapıyorum :D. Orda kime kızılır ki? Anlaşamadığım hiç kimse yok, hele bir kaç tanesi tam kafa arkadaşlar. Gülüyoruz, şımarıyoruz, eğleniyoruz.. İçimde niye bir kavga isteği uyanıyor hiç bilmiyorum. (gerçi bazen bi kaç kişiyi iyice bir azarlamak istemiyor değilim ama, kendimi sakinleştirmek konusunda baya bir geliştim :))

Can sıkıntısı işte. tekrar McFly'a sardım ben de :D. Dönüp dolaşıp aynı şeyler oluyor sanki :D.
1 hafta 100 mblık internet paketini de her canım sıkıldığında youtube'dan McFly konser videolarını izleyerek bitirdim :D. Var mı böyle bir şey ya :D.
(dar kot gitmelerinden nefret ediyorum :| ama yine de müzikleri ve sahne şovlarını seviyorum işte :D)

Not: İlk 1,5 dksını falan atlayabilirsiniz, sahne arkasını gösteriyor biraz...



Evet, hala eski şarkılarına takılıyorum, yenileri pek sarmadı...

18 Aralık 2010 Cumartesi

99

99 güzel bir sayı di mi? Az mı acaba çok mu? Ortalama birşey heralde...
(eveeeet, belliydi zaten bu kız kafayı yemeye başladı...) :D
Gel, gelelim 99 sayısına nereden takıldık. Aslında ben takılmadım, o bana takılıyor. Yani uzun lafın kısası şu ki...
SINAVA 99 GÜN KALDI! Ehm, öhm... tamam sakinleştim. Biraz panik ortamı yapmak istedim, stresimi alıyor da :D.
Gerisayım yapanlardan değilim ama insanlar sayıp sayıp söylüyorlar. Aslında aklımın biraz  daha başına gelmesi için iyi oluyor gibi ama fazla kasılıyorum...
Ne seneymiş bu ya! her şeyi nasıl da tıkıştırmışlar. Okul gereksiz derslerin yazılıları, bütün günümüzün verimsiz geçmesini sağlayarak vaktimizi yiyişiyle bir dert, sınav hazırlıkları ayrı bir dert, mezun olmak bambaşka bir tane!
Yıllık yazmak/yazamamak. İşte yeni derdim. Keşke blog yazmak gibi olsaydı. Canım istediğinde, kendiliğimden yazdığım, iyi oldu mu olmadı mı diye stres olmadığım bir yazı... Ama nerdeeee... 7 Ocak'a kadar yetişmesi gerekiyormuş bir de!? Dün gece bir kararlılıkla başına oturdum, ancak 2 kişiye yazabildim. Daha 22 kişi var yazılacaklar listemde. Herkes yıllık isitor. Yazmam da diyemiyor insan. bu 22 kişinin yarısına ne yazacağımı hiç bilmiyorum. Bir şeyler yazabilecek kadar tanıdığımı bile sanmıyorum.
Ahh neyse napıyoruz şimdi? heh, hatırladım. Uslu öğrenci oluyoruz ve oturup kendimize süre tutup ygs denemesi çözüyoruz. Yükselecek o netler! Ve daha sonra da içinden nasıl çıkacağımı kestiremediğim yıllık yazılarına dalıyorum. Dua edin lütfen ilham gelsin, ders çalışma aşkı gelsin. Bir yardım yolu da örnek yıllık yazısı göndermek *-*. Elinin altında olan varsa, gerçekten çok makbule gerçer *-*. (Zaten bir sornaki aşama okuldan geçen senenin yıllığını alıp, tıkandıkça kopya çekmek.)

27 Kasım 2010 Cumartesi

"Açlık Oyunları"

İlk defa okuduğum bir kitabı yazıyorum buraya galiba. Ama bundan bahsetmesem çatlardım heralde. Tabii bütün "new york times bestseller" romanlar gibi bir kaç kitabı olan bir seri. Bir arkadaşım kitap seçimlerimde hep "tabii gördün orda new york times bestseller'ı al hemen" der. :D Gerçi bu tür kitaplar çok iz bırakmıyor insanda, okursun kitap seni sürükler, heyecanlanırsın falan ama sonra pek de geri dönüp bakmazsın. Şahsen alacakaranlık serisinde bana öyle oldu.
Neyse ya ne diyordum? Heh, Açlık Oyunları. Üç kitaplı bir seri. Açlık Oyunları, Ateşi Yakalamak ve Alaycı Kuş. 3. kitabı çıkar çıkmaz almama rağmen okumak için süper bir zaman seçtim. Geçen hafta. Ve hala kendimi ayakta alkışlıyorum, 3 günümü kitabın içinde geçirmişim gibi hissettim ve doğru düzgün ders çalıştım denemez dolayısıyla. Allah'tan yazılı haftası değildi. Ama zaten kendimi biliyorum, yazılı haftası okuyacak kadar da çılgın değilim. :D Bu kitabı da unutur gider miyim bilmiyorum ama şimdilik etkisindeyim :D. Konusunu yazmak konusunda iyi değilimdir, direk arkasıdan geçireceğim.


-Etrafınızda başka herkes sabahı göremeyeceğinizden eminken vahşi bir ortamda kendi başınıza hayatta kalabilir misiniz?

Bir zamanlar Kuzey Amerika olarak bilinen bir yerin yıkıntıları içinde Panem ulusu yaşamaktadır, Capitol'ün etrafında on iki bölge bulunmaktadır. Capitol şiddetli ve acımasızdır ve bölgeler bir hat boyunca sıralanmıştır. Onların her biri her yıl yapılan Açlık oyunlarına katılmak zorundadır. Yarışma için her bir bölge yaşları on iki ve on sekiz arasında değişen birer erkek ve kız çocuğu göndermek durumundadır. Açlık oyunları TV'den canlı olarak yayınlanan ve ölümüne bir kavgadır.
On altı yaşındaki Katniss Everdeen annesi ve kendinden daha küçük kız kardeşi ile yaşamaktadır. Oyunlarda kız kardeşinin yerine geçerek ölüm cezasını üzerine alır. Ancak Katniss daha önce de ölüme çok yaklaşmıştır ve bu kez kız kardeşi için ikinci kez hayatta kalma mücadelesi verilecektir. Gerçekten ne anlama geldiğini bilmeden bir yarışmacı olmuştur. Eğer bu mücadeleyi kazanırsa hayatta kalma seçeneğini başlatmış olacaktır.

Kazanmak ün ve talih anlamına gelir.
Kaybetmek kesin ölüm anlamındadır.
Açlık Oyunları başlasın...

Bunu da biraz önce buldum, daha iyi anlatmış :D.
New Tork Times Bestseller,Açlık Oyunları bir üçleme.Serinin ilk kitabı olan Açlık Oyunları,sizi başka bir dünyaya götürüyor.Yazarın ütopyasına.Aslında kitabı okurken sizde fark edeceksiniz ki her ne kadar ütopik bir kitap gözükse de günümüz şartlarından çok da farksız değil. Yazar himayeciliği ve günümüz reality showlarını güzel bir üslupla roman haline getirmiş.

Capitol, on iki bölgeyi yöneten acımasız şehirdir. Capitol halkının en büyük eğlencesi her sene oynan, Açlık Oyunlarıdır. Her sene yaşları on iki ile on sekiz arasında değişen bir kız ve bir erkek olmak üzere her bölgeden  -zorunlu katılımla- yarışmacılar toplanır. Bu işlem ise kura ile olur.Ve kaderin kime göz kırpacağı hiç bir zaman belli olmaz.
 Katniss Everdeen annesi ve canından çok sevdiği kardeşiyle beraber yaşamaktadır.Hayat onun için zaten çok zordur ama hiçbir şey kardeşinin ismini kura sırasında duyduğu kadar zorlayamaz.Ve Katniss o zaman kararını verdi gönüllü olacaktı.Kardeşi için buna değerdi.Belirsizliğe doğru bir adım attı...

3. kitabı bitirdiğimden beri deli gibi kitabı okumuş birilerini arıyorum. Etrafımda daha 3. kitabı okumamış bir sürü insan var ve onlara kitapta neler olup bittiğini anlatmamak için çok zor tutuyorum kendimi. 3. kitabın özellikle sonları öyle şok etti ki beni yarısını falan bir günde okudum sanırım. Ve hala konuşacak birini bulamadım! Yurtta zaten elimde kitabı gören konuşunu soruyor. En az 5-6 kere falan anlatmışımdır birilerine heralde ama detay verememek öldürüyor beni. En son odadan bir arkadaşa sordum sen okumayı düşünüyor musun diye, hayır cevabını alınca başladım konusuyla birlikte son kitabı anlatmaya. :D biraz rahatlattı. Ama yine de okuyan birine ihtiyacım var. Bu yanlızlık sendromunu hep yaşıyorum ya :D. McFly da böyle. Gerçi son zamanlarda okuldan bir kaç kıza McFly dinlettim, sevdiler *-*. Byle şeylere mutlu olunca garip hissediyorum ama mutlu oluyorum işte ya :D. Hee bu arada tekrar McFly'a döndüm. Güncel hallerinin pek hayranı olmasam da müziklerini hala seviyorum (Günlük hayatlarına ait videoları sakın izlemeyin derim. 4 erkekten oluşan bir grup. E haliyle iğrençleşebiliyorlar. Ben de en son sadece müzik videolarını izlemeye karar verdim. Gerçi son müzik videolarına da sansür gerekiyor ama...). O sevmediğim son şarkılarının da canlı çalıp söylerkenki videosunu izleyip bir de akustik halini dinledikten sonra alıştım yine :D. Neyse McFly başka güne...

16 Kasım 2010 Salı

Bayram.

Bayramınız mübarek olsun. :)

Hiç yazasım yok ama sırf bayram mesajı yazmış olmak için yazıyorum. :P

Cepten twittera giremiyordum kaç haftadır. Bir şey elimin altındayken kullanmasam bile elimin altında olmayınca kafama takılıyor işte. Yurttayken de haykırabileceğim tek yermiş gibi geliyor. Twitterın mantığını seviyorum :) face beni çok kasıyordu :P.

Misafirlikteyim. İnsanların kablosuz interneti olması çok hoşuma gidiyor. Salonda otururken aralarından bir çıkış kapım var gibi :). Kuzen olmayınca muhabbet sıkıyor biraz. Bir yandan da test çözmeye çalışıyorum zaten ama o iş pek yürümüyor. Allah'tan koca kitap yerine dergi getirmişim. O kadar taşıdığıma acırdım :D Neyse ama ya boşuna getirmiş olmayayım he tabi bir de bayram ödevi yapmak var. Bu bayramda eksiklerimi tamamlamam lazım da şimdiye kadar pek iyi gitmiyor maalesef. Ama son zamanlarda yazılıların da etkisiyle çalışmaya başladım. Çok şükür :)

1 Kasım 2010 Pazartesi

Yetenek! *-*

İnternette yetenekli kişiler bulmak benim için bambaşka bir zevk kaynağı. Buraya yazmak için fırsat bulduğum kısmı çok az olsa da, bir gün kafama eser, oturur 20-30 tanesini de koyabilirim :D. Neyse ama şimdilik bir tanesiyle yetineceğim.

Piyanoda ilerlemeye çalışan biri olarak hem çalıp hem söyleyen bu arkadaşı izlemek çok çok hoşuma gitti. :)
Ayrıca You're Beautiful dizisinin birkaç şarkısını da ingilizceye çevirip söylemesine bittim... *-*





(youtube açamayanlar için üzgünüm ^^". link: http://www.youtube.com/watch?v=6N1LUotXoC0 - http://www.youtube.com/watch?v=IUygWXlKNpU ) (#edit: aa youtube açılmış :D)

İsmi Anh Le'ymiş. Amerika doğumluymuş ama Vietnamlı. Yukarıdaki videolar geçen seneye ait. Aşağıdakiyse bi kaç gün önce çekilmiş. Kendi şarkısını yazmış! *-* Yetenek işte ya... (takdir ettim, saygı duydum u.u) :D




(link: http://www.youtube.com/watch?v=bCBRYGD8OQg )

Eveeet, okul günü bu saatte bunlarla nasıl uğraşıyorum acaba? hmm, ben de merak ettim nasıl oluyor acaba :D.

24 Ekim 2010 Pazar

Küpe :D

Fiyonk şeklindeki küpemden bahsetmiştim, koymak istedim. *-*



Bir tane sağda, iki tane de sol tarafta deliğim var. Fiyonku sağa, diğer ikisini de halka önde boncuk arkada sol tarafta takıyorum. Nerdeyse lisenin başından beri doğru düzgün küpe takmıyordum. Bu sene acayip bir küpe sevgisi sardı ama öyle böyle değil ya :D.
Bir arkadaşımda yine fiyonk şeklinde ama kurdeleden bir küpe gördüm *-*. çok tatlı duruyor. Bir dahaki sefere onlardan bulmaya çalışacağım inşallah...

22 Ekim 2010 Cuma

Tuhafım, tuhafsın, tuhaf.

Ama ben en tuhafım. (bu ara megaloman olasım var biraz :D) Şöyle ki durup dururken, sebepli sebepsiz ağlıyorum. Sürekli kendimi mutlu hissedebilmek için birşeyler yapmaya çalışıyorum. Yöntemler çok hoşuma gidiyor; çikolata almak, yeni kalem almak, yeni küpe almak *-*... Evet, bi küpe hastalığı depreşti bende, 2 haftada 7 tane küpe aldım. (çift değil tane u.u). Son aldığım, fiyonk şekli verilmiş siyah bir tel. Çok şeker, çok sevdim (:. Ama yine de yeterince mutlu olamıyorum gibi. Yok ya, açım ben. Her şeye açım, doyamıyorum.
Suçluluk duygum, ellerinizden öper. Sağlığı sıhhati yerinde maşşallah olduğu gibi duruyor öyle... Bir yandan dershane ödevleri, sınavları öte yandan okul dersleri aldı başını gidiyor yetmezmiş gibi bi de sınavlar kapıya dayandı. 4 Kasımda başlıyor, hadi bismillah...
İyi ki yurttayım, çok eğelenceli yurdumuz. Orası da olmasa heralde iyice bunalım takılıyor olurdum şuanda.

Hiç birşeye vakit yetmiyormuş gibi geliyor ya. Farkettim, zaten birşey yapmıyorum ki, nasıl yetsin? Aslında tamda günlerimi, saatlerimi dolu dolu geçirmem gereken zamanlardayım. Birşeylere başlasam, gerisi gelir. Birşeyler yapsam, başka şeyler yapabileceğime dair cesaretim artar. (Evet psikoloji kitabı okuyorum ve çok belli ediyorum, ne var?) Yanlız yine şu öğüde ihtiyacı olan öğüt verir kısmına dönüş yaptım. Kendime telkin ettiğim şeyleri gerçekleştirememek bende ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor sanırım. Birşeyleri başarabileceğime dair kendime olan güvenimin azaldığını hissediyorum. Pff, yine başladım işte ya. Mutsuz ve umutsuz şikayetlerim... Etrafımdakilere bu kadar çok tekrarlı anlatamıyorum bu kendim hakkındaki şikayetlerimi. Neyse ki blog'um var :). Tuhaf şeylere karşı sevgi, sempati beslemekte üzerime yoktur heralde :D. Blogumu seviyorum ki ben :)).

Neyse işte... Okuduğum kitabın(Mutluluk Projesi) da etkisiyle belirsizliğe düşmekten kaynaklanan mutsuzluğumu yenmek için kendime yeni alışkanlıklar kazandırmak istiyorum. Ve başı da "erken yatmak" çekiyor. Bir haftadır bunu uygulamaya çalışıyorum ama henüş başarabilmiş değilim. İyi bir gece uykusuna çok ihtiyacım var, biliyorum, ama bir türlü erken yatamıyorum. Erken yatma alışkanlığım tarihin o kadar derinliklerinde gömülü kaldı ki nasıl yapıldığını hatırlayamıyorum :D. Neyse işte enerjiye ihtiyacım var ve erken yatmalıyım. (şuanda bile uygulayamıyorum bunu, bknz: saat 00:15 olmuş!) Ya bir insan neden bu kadar geç yatar ki? Çok mu meşgulüm sanki? Öyle bi geç yatıyorum ki, yattığım gece uykusu değil sabah uykusu olacak. Tuhafım işte, hatta bazen uç seviyede.

Ah bir de çalışmam gereken, kendimi eksik hissettiğim konuları yazmam gerekiyordu. Dershane hocamın yardımıyla da belli bir düzen içinde yazvaş yavaş sırayla helledebileceğim inşallah. Bir odaklanabilsem! Sürekli dikkatim dağılıyor, ne yapacağımı şaşırıyorum. "Her gün az bir şeyler yaparak pek çok şey başarabilirsin." diyor kitabın yazarı. Çok hoş ya, kitabın başlangıcında yazar kendi "12 Emir"ini ve "Ergenlik Sırları"nı yazmış.  Bu söz de ergenlik sırlarından biri. Hoşuma giden bir kaç tanesini daha yazayım. (bunları aklımda tutabilirsem benim için gerçekten çok yararlı olur ama maalesef bazı zamanlar bir hışımla gereksiz şeyler yapıyorum.)
-İnsanlar hatalarını senin sandığın kadar farketmez.
-Herkese karşı iyi davranmak önemlidir. (Nedendir bilmem ama bazen bazı kişilere iyi davranmak hiç içimden gelmez, sonra da pişman olurum.)
-Aradığını bulamıyorsan, ortalığı toparlamanın zamanı gelmiş demektir. :D
-Her şeyde iyi olmak zorunda değilsin.
-Eğer başarısız olmuyorsani yeteri kadar çaba göstermiyorsun demektir.
-Reçetesiz ilaçlar da etkilidir. :D
-Başkaları için eğelenceli olan bir şey senin için olmayabilir ve bunun tam tersi de geçerlidir.

16 Ekim 2010 Cumartesi

[Boşluk]

Pff... Hem yazasım var hem yazmayasım. Bu ara çok çelişkiler insanı oldum sanki. Çalışmak istiyorum. Ama çabam, hırsım bir anda sönüveriyor. İçten içe duyduğum suçlulukla, herkesten geride kaldım düşünceleriyle kalakalıyorum. Söyleyeyim, hiç hoş bir duygu değil.
Bir yerde okumuştum sanırım, öğüde ihtiyacı olan insanlar çok öğüt verirler diye. Acayip öğüt veresim var, bundan mıdır acaba? Aman sakın boşvermeyin YGS konularını. Son sınıfta onlar kadar bela birşey yoktur heralde. Ahh.. 11. sınıfımı heba ettim. Gerçi boş boş geçirirken günlerimi farkındaydım pişman olacağımın ama yaşadığı andaki kadar farkedemiyor insan. Yazılıdan yazılıya çalışıyordum, şaka gibi. Dershane laylaylom geçiyordu, dersleri takmıyordum ama yine de içime oturmuş bir sıkıntı vardı, hatırlıyorum. Boş hissetmenin verdiği bir sıkıntıydı sanırım. Dişe dokunur birşeyler yapmamak insanın psikolojisini bozuyor. Allah'tan azıcık akıllanıp piyanoya gitmiştim. Daha babama yalvarsaydım ve o gün de önceki günler gibi 'neyse ya sonra giderim' diyip eve giden yolumu 10 dk'cık değiştirmeseydim çok şey kaçırırdım. :). Gidip kendi kendime yaptırdım kaydımı. Sonra da iyi hissettim. Büyüdüm ben di mi :D. Annemle babam hala uğramamıştır kursuma, ancak sene sonundaki konserde tanıştılar hocamla o kadar. T^T piyanoyu özledim...
Bu uykuseverlik beni bitirecek. Lise hayatımın yarısını uykuyla geçirdim heralde. :D :D Ama çoğu bilerek değil, cidden. Kendimi derse konsantre olmaya zorlarken bir bakıyorum, suratım sıraya yaklaşıyor. :D Ve sonra da ya bir arkadaş dürtmesi, ya sınıf kahkahaları eşliğinde hocanın seslenişi ya da tenefüs zili :D. Ama en kötü sonuçları da, hocaların kendilerini takmadığımı düşünmelerinden kaynaklanan tavırları, herkesten kendime ne kadar kötülük ettiğime dair nasihatler dinlemek (kendimi düşünüyorum da elimde değil işte, deniyorum ben de kendimi zorlamayı) ve suratında kalan gömlek, kazak, defter ve diğer dokulu izler :)). Ama bu sene daha iyiyim sanırım (belki). Yurt biraz fayda sağlıyor.
Salı günü yurtta film günümüz ve bizim dönemdeki daha önce Kore dizisi izlemiş bazı kızların da isteğiyle Kore filmi götürdüm."Doremipasolrasido". Başta sadece 12'ler olarak izleyecektik ama sonra kara değiştirip yurtta diğer izlemek isteyenlerle beraber izledik. Sonlara doğru etrafta hıçkırık ve burun çekme sesleri baya arttı. :D Ben aynı filmi kim bilir kaç kere izlediğim için milletin sahnelere tepkilerini izliyorum. Artık 2-3 seferden sonra izlerken ağlamamaya başladım :D. Ve insanların tepkilerini, izlemek neden bu kadar hoşuma gidiyor bilmiyorum ama filme ağlamaları duygulanmaları hoşuma gidiyor işte. Belki de filmi izlerken hissetiklerimi paylaşmak hoşuma gidiyor. Bilmiyorum belki de sadece psikopatım xD.
Geçen gün Uçurtma Avcısı'nı bitirdim. Harikaydı. Yurtta girdim yatağıma okuyorum. Kendimi ne kadar utmaya çabalasam da en son yine salya sümük başlıyorum ağlamaya. Kızlar da bir şey oldu zannediyorlar hepsinin suratında bir şaşkınlık bana bakıyorlar. Elimdeki kitabı kaldırınca da "hııı, tamam."... :D Yanlız okulda okurken ağlayamazdım, o yüzden duygulanacağımı anladığımda biraz ara verip dolaşıp sonra devam ettim.
Bu yaz hiç okumadığım kadar kitap okumak istiyorum ya. *-* Tüyaptan kitap depolamayı düşünüyorum. Hele bir açılsın *-*. Bu arada bir de Mutluluk Projesi diye bir kitaba başladım. Görünce tam benim ihtiyacım olan şey demiştim. Çok hoş bir kitap. Yazarın kendi mutluluk projesi deneyimini anlatıyor. Şahsen böyle konularda felsefi kitaplar okumakla aram yoktur ama insanların deneyimlerini okumak çok hoşuma gider. Yayarak okuyabileceğim bir kitaba ihtiyacım vardı zaten. Ders çalışırken aklıma takılacak ve bitirmeden rahat edemeyeceğim bir romana başlamak çok da mantıklı değil di mi? :D

10 Ekim 2010 Pazar

Dıt-dıt-dııııt (meşgul tonu :P)

İki ayağım bir pabuçta bir yandan yurt için çantamı hazırlarken bir yandan da kaç gündür çok canım çektiği çin blog yazayım dedim. :D Şu yurt için hazırlık olayını bir pratiğe bağlamam lazım artık ya. Olmuyor böyle her hafta bi' acele, neye ihtiyacım vardı, ne alacaktım ben, tüh onu unuttum telaşından sıkıntı geldi. Şimdi de ne giysem kısmına takıldım. Bu da en zor kısım ya. Allah'tan hafta içi okul yurt arası sadece. Okul çıkışı bir yere gitsem de okul formasıyla zaten giysi derdi yok. Oh be :D.
Piyanomu, bilgisayarı filmlerimi özledim. Ve her haftasonu bu özlemimi gidermek bana pahalıya patlıyor maalesef. Yurttan dönüşte odama girdiğim anda başka bir alemdeyim. Sınavdı, çalışmaydı Hak getire... İyi ki yurda gitmişim yani :D. Evde kalsam ne olurdu acaba çok merak ediyorum.
Evet çevremdeki o kadar kişinin ardından dayanamadım ben de hasta oldum. Etrafımdakilerden gördüğüm kadarıyla genel olarak 2 hafta sürüyor herkesinki. İlk haftasını atlattım. Çok şükür, yatmam gerekmedi pek. Ama yine de bir yorgunluk hali ve hasta psikolojisiyle çalışamadım (kabul, azıcık da mızmızlanıp çalışmadım kısmı da var yani :D)
İlk defa bu hafta ağladım yurtta. Ama öyle böyle değil baya bir süre sakinleşemedim. Yani evi falan özlediğimden değil, her hafta çıkışım var, hafta içi de konuşuyorum falan. Öyle bir özlem durumu olmuyor. Ama birşeylerin biriktiğini hissettim içimde. Stres, sorumluluklar, ödevler, suçluluk duygusu... Baya yoğun bir duygu seliydi. Ama geçti gitti, rahatladım çok şükür. Ondan önce de bi posya "Uçurtma Avcısı"nı okurken ağlamıştım zaten. Ne fena kitapmış o ya. Ne kadar tuttum kendimi ama en son gene dayanamadım.
Neyse babamdan azar yememek ve metrobüste sürünmek zorunda kalmamak için artık eşyalarımı toparlayıp yurt yolunu tutmam lazım. Altında arabayla babanın bırakması da güzel iş ya :D

1 Ekim 2010 Cuma

Mola.

Ne kadar istesemde hakkım yok mola vermeye. Ama ben mızıkçıyım işte. :P Yurttayım, ders çalışıyorum, okula gidip geliyorum falan öyle geçiyor her gün ya :D. Ama sanki şu hafta içi 5 gün sadece 1 gün gibi geliyor. Okul-yurt arası tempo 1 gün içinde oluyor sanki ve sonra ben tekrar eve dönüyorum. Evimi özleyip özlemediğimi de farkedemedim henüz :D. Yanlız iki şeyi özlediğimi biliyorum, küvet ve koltuk! Ne büyük bir nimetlerdir ya! Evinin sıcak suyu, küvetin, duşun içinde üzerini giyinip çıkmak zorunda olmayışın... O koltuğa oturmanın yayılmanın rahatlığı... Hani yurtta koltuk olmadığından değil de, bizim koltuklu odalara uğradığımız yok ki. Zaten bizim katta sadece 2 tane 12 sınıf yatakhanesi bi de etüt odaları var. Okulda sıraya otur, gel yurda etütte sıraya otur, git dershaneye yine sıra! Ohh, şu bilgisayar koltuğumu da sevmezdim ama şimdi nasıl rahat geliyor ya :D. Yurt insanı değiştiriyor yav :P.
Hele geçen hafta yurtta resmen bir tesisat macerası yaşadık. Normalde yurt gibi bir yerde banyo yapamamanızın sebebi ne olur? Sular kesik veya soğuktur değil mi? Yok, bizde değil. Resmen kaynar akıyordu sular :D. Duş yapalım derken haşlanacaktık az daha. Şunu da öğrendim ki, soğuk suya şükür. Kaynar su daha beter. Tabi sonraki günlerde de soğuk suya da maruz kaldık ama en sonunda normale döndü.
Ahh, neyse artık testlerime dönmem lazım benim ya. Soru sayımın vasatlığı vicdanımı rahat bırakmıyor. Hani sınavda da öyle az buz bişey yapmayı hedefleyen biri de değilim. Nerden geliyor bu tembellik anlamıyorum ki?!
-Ahh, şu sınav dönemini bir atlatıyım, sonra istersem final dönemi film izleyerek sabahlarım abi banane :D.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Yolcu.

Evet, okulların da açılmasıyla resmen bir üniversite yolcusuyum. Tabi yolun daha başında, sınava hazırlık aşamasındayım. (umarım bu yol uzatmaları yaşamaz). Ve şimdi bir de yurt yolcusu oldum. Aslında biraz ani oldu. Hatta şu son 5 gün içinde oldu... Bu sene yurtluyum yani. Sınava hazırlık için daha iyi olacak inşallah.
İnşallah kazanırım ya. Cidden kazanamayacağım korkusundan ağlayasım var. Hele kazanamayıp da bir sene daha hazırlanmak zorunda kalmak en kötü kabuslarımdan biri. Zaten yurtta kalmasaydım bu sene çok zor geçecekti. Evde kendini herşeyden soyutlamaya uğraşıp ders çalışmaya çalışmak, okul ev arası yolda vakit kaybı (sadece gidiş 1sa 20dk sürüyor), yol yorgunluğu... Hele bir de benim derslere geç kalma sorunum var ki, bu sene çok kötü olurdu. Devamsızlığım hep sınırlarda gezinir...
Yurtta inşallah daha sıkıntısız geçer bu sene. Evde bir şeye dalacak olsam bu sefer çalışmadığım için vicdan azabı çekeceğim.
Yurda gitmenin en sevdiğim kısmı hazırlık kısmı. Alışverişi her kız sever mi ya? Eskiden bu kadar sevmiyordum aslında ama son bir kaç senede acayip zevkli bir aktivite oldu gözümde :D. Yurttan eve dönüşler için küçük bir çanta aldım. Spor çantası gibi. Çok beğendim alırken. Bir kaç model arasından seçmeye çalışıyordum ki ordan annem elinde bununla çıkageldi. 'Kızım bu nasıl?' diye. İşte o anda karar verdim. *-* Bir şeyi böyle beğenerek alınca mutlu oluyorum be :D.
Yurda götüreceğim bir diğer sevdiğim eşya da termos bardak :D. (İsmi cidden bu mu bilmiyorum. Bardak büyüklüğünde, içme yeri olan termos işte) Sevgili kuzenimden kaptım~ :D. Şu hani üzerinde ilaçların markası olan zamazingolar var ya, onlardan. Doktorların bir tek bu yönlerine özenmişimdir. Bir sürü güzel hediye alıyorlar. Benim kuzen de bir ilaç firmasında çalışıyor (en son öyleydi diye biliyorum yani :D) alın istediğinizi dedi. *-* Bir sürü de promosyon ağrı kesicim oldu xD.
Neyse artık, yarın tatil günüm. Dershane yok *-*. Ama okul alışverişi var bekleyen. Gerçi bir tek pantolon eksiğim kaldı. Onu da yarın alacağız ama paçası falan nasıl yetişecek bilmiyorum... Ve yarınki son durak da yurt. İnşallah haftasonları geldiğimde güncelleyebilirim burayı. En azından bi' yarım saatimi ayırabilirim inş.
Neyse artık geç oldu, uyku vakti... Yarın işleri erken halletmem gerkiyor. Pfff... Ya yurt evraklarını hazırlayacaktım. Unuttum. =_=". Sağlık raporunu pazar günü verirler mi ya?

12 Eylül 2010 Pazar

Pshop~

Yaşasın pshop kullanmak *-*.
Saçmalasam da seviyorum bu programda uğraşmayı.~ ♥ Rahatlatıyor beni.

Bu yarım kaldı aslında. Üzerine yazacak birşey bulamadım, bir de font ve yer ayarlayamadım... Fikri olan?

Fotoğraf: bitterev
Brush, Pattern: crazykira-resources
Texture: Sanami276

Fotoğraf: xxchange
Brush, Texture: crazykira-resources
(yanlış anlaşılmasın bu no'lu kızın siyasi bir anlamı falan yok.)



dA iz lav~ ♥

11 Eylül 2010 Cumartesi

Herkese İyi Bayramlar! Bugün bayramın 3. günü olduğuna göre biraz geç oldu bu ama ^^" napalım artık.
Bügün babamı ancak ikna ederek bayadır biriken fotoğraflardan bir kısmını seçip bastırmaya götürdük. 72 fotoğrafı 10 dk'da basıp verdiler elimize *-*. Media Markt'a gittik. Şu aletleri ne zamandır denemek istiyordum, o yüzden inatla oraya gitmek istedim :D. Taktım hafıza kartını seçtim, bastırdım :) -gerçi gitmeden önce zaten seçip ayarlamıştım. Siparişi verdikten sonra da etrafta dolanalım dedik. Tabii gittim herşeyi elledim durdum :D. Ben böyleyim ya bu tür bi mağazaya girdim mi herşeyi ellemeden çıkarsam içimde kalıyor. Fotoğraf makineleri, onların o güzelim mercekleri, her boyutta laptoplar ve cıvıl cıvıl çantaları ve tabii cd'ler! Herşeye baka baka geçtikten sonra en arka tarafta cd'ler var, film/müzik/oyun/pc programları vs. Benim en çok ilgilendiğim kısım da müzik oldu*-*. Her gittiğimde olduğu gibi atladım klasik müzik bölümüne tek tek bakıyorum. (Bütün mağzayı taradım ama Maksim Mrvica'dan hiç birşey bulamadım t.t) Ve sonraaa rafların arasında ortada bir sepet gördüm. İçine yığmışlar cd'leri. Önce farketmemiştim ne olduklarını, sonra bir anda baktım ki klasikler *-*. Promosyonlu fiyat: 1,99 TL. Bunu gördükten sonra ne yapmış olmamı beklersiniz? Tabii ki saldırdım anında :D. Sonuç olarak 6 tane cd aldım. Anlaşılan kendimi tutmayı başardım :D. Ama az daha benim (zaten kimse vermiyor, bir babamın verdiği) bayram harçlığından gidiyordu. Aslında seve seve de öderdim ama babanın ödemesi bir başka oluyor ya :D. En son yine dayanamadı o aldı sağolsun ^^. Aldıklarım da (zaten böyle promosyonları bilindik şeylere koyarlar):
-Tchaikovsky - Swan Lake
-Tchaikovsy - Nutcracker Suite, Op.71a
-Brahms - Hungarian Dance
-Mozart - Eine Kleine Nachtmusik
-Beethoven - Piano Concerto No.5
-Chopin - Polonaise No.3


Chopin *-* Bunları görmeden önce niyetim "Best of Chopin" gibi birşey almaktı. Ama bunları görünce iş değişti :D. Eğer ki bir gün piyanoda Chopin'in bi parçasını çalabilirsem (*-* ki bu sadece bir hayal gibi görünüyor...) bu iş tamam demektir.
Ama tabi benim bu maymun iştahımla zor. Seneye bir de yan flüt kursuna gitmek istiyorum. Piyanoyla aynı zamanda idare edebilirsem tabi *-*. İnşallah beceririm. Çünkü yan flüt cidden kafama takılmış durumda...

Dün akrabalar bizde toplandı. Halamın oğlu gitar çalıyor, okul grubunda falan, baya da iyi çalıyor. Diğer kuzenler, halamlar vs. oturdular benim odaya. Ben piyanoda My Immortal çalıyorum, kuzen de gitarla bana eşlik ediyor. Tabi halamlar başladılar söylenmeye, bildiğimiz birşey çalın diye... Ama mağlum bende repertuar kısıtlı, kursa devam edemiyorum ki. Önceden öğrendiklerim de klasik parçalar hep. Bir ara onların gönlünü hoş etmek için de birşeyler öğrenmem gerekecek. Neyse sonra halamlar gitti, sadece kuzenlere çaldık. Daha iyiydi :D.

Hazır fotoğrafları hafıza kartına atıp çıkarttırmışken buraya da birşeyler eklemeye üşenmeyeyim artık :).
(bunlardan çoğunu bastırmadım :D daha sonra duvara asmak için bastırmayı düşünüyorum bazılarını... Ve tabii ki photoshop'ta üzerlerinde oynamasam olmazdı, bazılarını batırdım ama ^^')

Osmaniye - Zorkun

Photobucket


Photobucket


Photobucket


Osmaniye - Karaçay
Photobucket



Bunları da çekeli 1 seneden fazla olmuştu. Ama hiç dokunmamıştım.
Lale aşkı *-*
Photobucket


Photobucket


Photobucket


Piyanom~
Nedense pembeleştiresim geldi o.ô
Photobucket


~Şu imzaları koyacak yer bulmakta bazen çok zorlanıyorum. Koymasamıydım acaba? o.ô

6 Eylül 2010 Pazartesi

Hata kodu: 002

Bloga ileti göndermeyen şahıs ders çalışıyordu! --> Hata Kodu: 002'in tanımı :D
Okulların açılmasına 2 hafta kaldı ama ben şimdiden resmi olarak bir son sınıf öğrencisi sayılırım. İşte kanıt: Ders çalışıyorum! :D
Gerçi geçtiğimiz iki hafta baya bi çileli ve stresliydi. Dershanede sınıflar seviyeye göre ya, bizim sınfta da sınıf düşme ihtimali olanlar olabilir dediler. Tabii hiç kimse böyle bir olayın başına gelmesini istemez di mi? Ve sonuç: Aşırı strese bağlı olarak sıkıntı ve ders çalışmakta zorlanma! Bu baskı bende hiçbir zaman hırs uyandırmamıştır. Kimde nasıl ve ne şekilde işe yarıyor bilmiyorum ama hocalar çoğunlukla bu yöntemi uyulamaya çalışıyor ve bende ters tepiyor! Aşırı stres olduğumda karşımdaki sorunun kötü sonuçlarından başka birşeye odaklanamıyorum ve olumlu bir şekilde icraata geçemiyorum. Bu huydan kurtulmak bana çok iyi gelebilir sanırım. :D Bu arada sonuç olarak sınav iyi geçti ve sınıf falan düşmedim :D ama kötü yapanlar da düşmedi zaten hocalar konuşup karar almışlar (e, bi zahmet) bir sınava bakarak düşürmeyelim diye. Boşuna stres, sıkıntı yaptırıyolar insana ya!

Neyse karşınızdaki vatandaş HataKodu: 002'yi yaşarken, başka bir felaket de içini boşaltamamasıydı, yani en azından blogcuğuma (çevremdeki herkes sızlanmalarımdan nasibini aldı tabii :D). Ve bunun sebebi de aynı zamanda Hata Kodu:001'i yaşamasıydı. Ki bu da şu anlama geliyor: Bilgisayarım bozuldu!! Neyse şimdi bebeğimin durumu iyi :D. Resmen bilgisayarım aşırı sıcaklardan nasibini aldı. Ekran kartı yanmış. Normalde bu kadar uzatılarak çözümlenen bi olay değil amaşu şekilde uzatmayı başardım:
1. İlk bozulduğunda kuzu kuzu yerinde bekledi birisi alsında götürsün bilgisayarcıya diye.
2. Gitti geldi, ekran kartını beğenmedim ve geri postaladım.
3. Kardeşimle gönderdiğim için geri postalama süreci baya ertelendi aslında...
4. Performans düşüklüğünden yakınmam Vista'mın Windows 7'yle değişimiyle son buldu ama format atılırken kurtarılmasını söylediğim resimler, müzikler ve videolar maalesef kaynadı gitti. Ancak PsCS3'üm ve yine psye ait arşivlediğim bi kaç ıvır zıvır kurtarıldı. (ki bu olayın sebebi resim-müziklerin kurtarılmasını başta söyledikten sonra ps'yle ilgili olan kısmın altını özellikle çizmem olmuş. Çok şükür dizi-film-anime'lerin yedekleri vardı...)
5. Ancak bilgisayar tamirden döndüğünde asıl gitme sebebi olan ekran kartı değişmemişti ve sadece format yiyip, bi güzel dosyalarımdan olmuştum...
6. Ve sonra tekrar bekleme süreci, tamir süreci ve en sonundaaaa... bebeğim eve döndü *.* çok mutlu oldum. :)

Aslında mutlu olmayı ve "bebeğim"i biraz abarttım sanırım. :D Pc'm yokken biraz daha ders çalışmaya odaklanabildim ve  müzik çalarımla mutluydum da zaten ama yine de bilgisayarın yeri ayrı oluyor tabi. :)


Ah, bu arada tatilimin geri kalan kısmında da Antep'e, Osmaniye'ye gittik. Bi ara fotoğrafları ekleyeceğim inş. :)

20 Temmuz 2010 Salı

Yağmur.

Yağmur yağıyor! Yaşasın! Sonunda bir serinlik... Odama hava giriyor! Pencere açık olduğu halde tüllerimin kıpırdanmaması iyice sinir bozucu olmaya başlamıştı. İçeri rüzgar gireceğine çeşit çeşit kanatlı böcekler ve en siniri de sinekler giriyordu. En azından şimdi serinliyorum. Yağmurda ıslanasım geldi ya. Çıksam mı acaba dışarı...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

~

Ne kadar dinlersem dinleyeyim hiçbir değişme yok. Sevmedim. Nefret ettim. İlk dört albümden sonra bu ne ya? Öhmm... Neyse bu konuyu Aralık'a kadar kapatıyorum. O zamana kadar klasik müzikle kafayı bulacağım. o.ô
Şaka bir yana seviyorum klasik müziği ya. Sanırım bu sene de test çözerken falan iyi gider. İyisi, ben bu sene daha çok klasik dinleyeyim. Piyano dinleye dinleye de Nodame Cantabile izleyesim geldi be...

House! ♥ 2. sezonu bitirdim~ (Gece gündüz izlersem tabi biter o.ô) Neyse önümüzde daha 4+ sezon var :D.

Bu iş böyle gitmez. Bugün yarın gidip piyano kursuyla konuşup, en azından dershane açılmadan önce kalan şu son ayımı değerlendirmem lazım. Eğer mümkünse haftada 2 ders isteyeceğim. Beni ancak oyalar. Ve kursa gidemeyeceğim önümüzdeki 1 sene için tatmin eder biraz.

18 Temmuz 2010 Pazar

Böhü...

Ve azmettim, buldum. Belamı buldum! (tepkileri bir mantığa bağlamak isteyenler bir önceki postu okuyabilirler...) Korktuğum başıma geldi. Evet eminim artık daha çok sesleri çıkıyor ve daha çok tanınacaklar ama benim istediğim grup olarak değil! Pff... Hayır ya bunu niye yapıyorlar! Niye grubun tarzını alıp en sevdiğim şeklinden, en dinlemediğime dönüştürüyorlar ki? Acaba sorun benim zevkim mi merak ediyorum. Etrafta bu tür duyup duyup en son aklınızda 2 kelimenin ve bir melodinin kaldığı şarkılardan... Umarım sadece bu single böyledir ve bütün albümün içinde en azından bir tane dinleyebileceğim şarkı çıkar. T.T
Resmen hayallerim yıkıldı ya. Yok, artık dolanamayacağım etrafta "McFly McFly" diye çığırarak. Eski şarkılarıyla idare edeceğim bu gidişle. Ya da bundan sonra Simple Plan'e daha çok takılacağım. Aslında kalite olarak Simple Plan daha iyi sanırım. Ama bu McFly oğlanlarının bir sempatikliği vardı ya. Bekliyordum ben bunlardan yeni gelişme, ilerleme falan. İşte karşımızda gelişme... Bunlar da bozdular. Yok arkadaş ben bundan sonra yeni grupları takip etmem. Adam akıllı, görmüş geçirmiş, aynı çizgide kalmışları takip edeceğim. T.T
Artık son ümidim Aralık'taki albümde belki hoşuma gidebilecek bir şarkı bulmak~

Yeni single: Burada...

Eğer siz de bu tarzı beğenmiyor ve benimle aynı duyguları paylaşıyorsanız, yandaki widget'tan P.O.V'u dinleyebilirsiniz~ Bunun üstüne iyi gider...

Yeni MCFLY! Yine McFly :)...

Yeni logoları nasıl? Ben çok beğendim. Sade ve şık. Cool... :)
Ne olur sanki biraz da Türkiye'de sesleri duyulsa. "Ses gelmiyorrr! Güm-güm-güm!". Şöyle gidip D&R'a albümlerini alabilsem. Sırf posterleri var diye abuk sabuk dergileri alsam. Konserleri olsa da gidebilmek için kendimi yırtıp babamla kavga etsem. Ne bileyim işte birazcık "fangirl" takılabilsem. *Yine yanlızkalmışhayran sendromu*...

Yeni albüm çıkartıyorlar *.*. Sonunda! Bekle, bekle meraktan çatlıyorduk. Elimdeki şarkıları dinleye, ezberleye suyunu çıkarttım. Eylül'de sanırım bir single'ları çıkıyor. Party Girl. Albüm de Aralık'taymış. Albümün adını henüş açıklamamışlar ama bir isim belirlemişler. Herkesin sevip benimsediğinden emin olunca açıklayacaklarmış. Ama bu haberleri okuduğum yerin altındaki yorumlar pek iç açıcı görünmedi bana. En azından bir kısmı. Biri eski McFly'ı istiyorum diye bağırmış, biri hiç sevmedim falan yazmış. Gerçi çok yorum yoktu zaten yazının altında. He, bu yorumlar nerden çıktı diyorsanız, bir radyo programında yayınlamışlar single'daki şarkıyı. Ama ben daha dinleyemedim maalesef... Kafayı yiyeceğim ya. Bulamıyorum. o.ô


Ayrıca eğer okuduklarımı düzgün anladıysam, bomba gibi bir de fan sitesi yapım aşamasında şuanda. Habere göre single'la aynı zamanda açılacak site de.







O kadar umutlandım yeni albüm diye. İnşallah beğenirim, severim. Umarım o yorumlar abartıdır ve "çooook" büyük bir değişim yoktur. o.o

16 Temmuz 2010 Cuma

Boğuluyorum.

Odam hava almıyorrrr! Pencerem 7/24 açık ve yine de odam havasız ve üstelik sıcak. Aynı hamama döndü ya. Bilgisayar başında zor duruyorum. Boncuk boncuk terlerim akıyor. Geçen gün masa üstüne konan küçük fanlardan görmüştüm. Babama yalvardım alalım diye. Arkadşımda var, hani çok serinletmese de şu durumumdan iyidir. Ama yok adamın inadı tuttu yine, işe yaramaz onlar diyor. Otur salonda serin orası.
Bilgisayar başında serinlemek için lıkır lıkır soğuk su-meyvesuyu içiyorum, dondurma yiyorum, alıyorum elime dershanenin ödev kartonunu (hani şu hiç kullanmadığım xD, şimdi işe yarıyor...) yelleniyorum. Ama yok! Aman be başlayacağım bilgisayarına da, kalkıyorum başından. Zaten canım da sıkılmaya başlamıştı. Balkonda oturacağım ben. Alırım elime kitabımı, annemin ev yapımı buz gibi vişne suyunu... *.* Ohhh... Şimdiden bir serinlik geldi.
Aha buldum! Akşam akşam ne balkonda kitabı o.ô? House izleyeyim ben. Takarım televizyona dvdmi, balkondan görünüyo televizyon zaten. Bir yandan püfür püfür essin... Ben de House izleyeyim~ *.* (2. sezondayım, bir kaç güne biter ama bu sezon da  :D)
Yay! Dizikolik ben~  :P

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Tatil Günlüğü

Tatilden dönüş... Yenilenmiş hissediyorum kendimi. Bir süre farklı bir ortamda yaşamak iyi geliyor insana. Hergün aynı odada aynı masada aynı bilgisayarda aynı televizyonda aynı yatakta... Bu monotonluğu kırdığında insan yenilenmiş hissediyor sanki. Aslında buna tam uyan kelime yenilenmiş mi bilmiyorum ama "farklı" olduğu kesin.

Neyse, tatildeyken günlük tutmak istedi canım hep. Ben de bu amaçla cep telefonumu kullandım. (Bu telefonun tuşlarına alışmak biraz zordu sanki tabii fazla mesaj yazmadığım için. Ama bu gevezelikle günlük tutunca artık çok rahat oldu.)
Aslında aklımda bloggerın cepten kayıt gönderme özelliğini kullanmak vardı ama o özelliği aktifleştirmeyi bir türlü başaramadım. O yüzden buraya kendim yazmak zorumda kalıyorum. İnşallah tahmin ettiğim kadar gevezelik etrmemişimdir. Yoksa bu kaydı ne zamana bitirebilirim bilmiyorum. Okumaya niyetli olan varsa... Allah kolaylık versin! xD

5 Temmuz

Taaaatil!

Aydın'dayım. Tatildeyiz. Ve telefonum şuanda günlük görevi görmekte. Elime geçen ilk fırsatta bunu bloga aktarmayı düşünüyorum. (ve başardım saonunda :D) Ne zamana olur kestiremiyorum ama. Şuanda 5 Temmuz gecesi. Biraz önce sahildeydik. Buranın sahili çok güzel, deniz-kumsal ve hemen bitiminde yeşillik alan... Bu gece sahilde canlı müzik vardı, bir grup çaldı -akustik gitar, bas gitar, bateri ve kanun. İlk defa bir grupta klavye yerine kanun gördüm. Dha önce başka çalgılar görmüştüm klavye yerine ama kanun ilk oldu. Güzeldi ya yakışmış :). İstek parça falan da çaldılar. Ben tam kardeşime diyordum, git sen de söyle Yalın'dan Meleklerin Sözü Var'ı çalsınlar diye, çalan şarkının bitiminde (ben daha kardeşimi gitmeye ikna edemeden) istediğim şarkı çalmaya başladı. Mutlu~ :). Neredeyse onbir buçuğa kadar çaldılar sanırım. Babamın bütün "hadi kalkın gidelim artık"lamalarına rağmen sonuna kadar oturup dinledim. Ama başını biraz kaçırmıştım bir de bir ara pamuk şeker (*.*) almak için ayaklandım o kadar. Grup gösterisini bitirdiğinde dinleyicilerden bazıları saatin kaç olduğunu hiç kafaya takmadan, hızlarını alamayıp bu sefer bilgisayardan şarkı açtırttılar animasyon ekibine. Oyun havası. Millet resmen kalktı döktü kurtlarını. Ben öyle pek oynayabilen bir tip değilimdir. Kaldı ki oynamam da.
Neyse güç bela babamı ikna ettim sahilde biraz yürüyelim, oturalım diye. Hava çok güzeldi ya. Yıldızlar o kadar çoktu ki bir yıldız haritam olsa teker teker hepsinin adına bakasım geldi. Aslında bu yazıyı da orada otururken hem açık havada hem de olay mahalinde yazmak istiyordum ama babam hiç beni bırakır mı orada tek başıma oturmam için. (kurtlar yer beni sonra di mi?) Neyse o da içimde bir ukte kaldı. Belki yarın sırf bunun için erkenden gider, oturur sahile yazarım :). 
--------------------------------------------------------------------------------

7 Temmuz

Hala Tatilde...

Maalesef bu sefer de sahilden yazmıyorum. Bakalım gitmeden önce sahilden yazabilecek miyim, çok merak ediyorum. Ama sırf yazmış olmak için oturur iki satır yazarım :). 

Tatili boşa harcadığımı hissediyorum biraz. Havuza gidiyorum, toplasan 2 saat yüzüyorumdur. Sonra gölgede oturup kitap okuyorum. Biraz sıkıcı değil mi? Nedense güneşlanmeyi hiç sevmiyorum. Bronzlaşmak da pek ilgimi çekmiyor. Ama tatile geldiğim de belli olsun, biraz kararmam lazım en azından di mi?
Bugün solumdaki 2 şezlonga 2 tane bebek geldi. Çok tatlıydılar. (Maşallah) Biri kız biri oğlan, kuzenlerdi. Oğlan aşırı tatlıydı ama ya. Erkek bebekler neden ve nasıl bu kadar tatlı oluyorlar?
Adı Doruk. Belki yarın tekrar görürüm havuz kenarında, bana biraz alıştı gibi olmuştu. Hele de uykudan uyandığında... Annesi yemek yemeye gitmişti biraz daha uyur öyle diye. Biraz rahatsız oldu uyuduğu yerden galiba, döne döne uyandı. Ağlamaya başladı. Beyefendi pek de sulugözdü. Huysuzlanıp yerinden kalkmaya çalıştı, az daha düşecek diye ben de ayaklandım. (bana kitabımı bir kenara bıraktıran etken :)) Oturduğumuzdan beri bana yüz vermeye beyefendi kucağıma geldi sonunda. Bir oraya bir buraya küçük beyin parmağı nereyi gösteriyorsa dolandık. Neyse sonra yerimize döndük, annesi de geldi falan.
Şuan odadayım. Televizyonda saçma sapan bir film var ve biz de nedense izliyoruz. Ama uykum geldi...
--------------------------------------------------------------------------------

8 Temmuz

Durumu Sabit.

Hala tatildeyim... Şuanda ayın 8'ini 9'una bağlayan gecede saat 1'e doğru ilerlerken kaldığımız otelin bahçesinde, çocuk parkındaki salıncakta sallanırken yazıyorum. Evet, yine telefonum günlük modunda. Başım döndü ya sallanırken yazmak pek iyi bir fikir değilmiş. Aslında sahilden yazmayı planlıyordum, malum. Ama sahil çok kalabalıktı, sevmedim. Burası sakin, bir de parkın huzurlu bir havası varmış gibi geliyor. Ağaçlar var burada, salıncaklar falan tahtadan, yer kum... Sevdim burayı. Aslında şuanda bindiğim salıncak da klasik tek kişiliklerden değil, karşılıklı iki bankın salıncak hali gibi. Eskiden de binmiştim bunlara, demir olanlarındandı. Ama teknoloji ilerlemiş arkadaş. Bizim eskiden bindiklerimizde bu şeyler sallansın diye ya dışarıdan biri sallar sallar sonra atlardı tekrar salıncağın içine ya da içindeyken ayağa kalkar, sallamaya çalşırdık. Bir ileri, bir geri... Benim bu bindiğimdeyse salıncağın 4 tutacağının tabanına bağlandığı kısımlar menteşelenmiş, oynayabiliyor. Ve bu sayede sen ayağınla tabanı azıcık ittirdiğinde sallanabiliyordun. Ben de bu düzeneği yeni gördüm. (ya da önceden gördüm de hatırlamıyor da olabilirim. ama şuan hafızamda burası ilk :D) Çağın gerisinde kalmışım gibi hissettim biraz :D. Hava güzel, ama saat geç. Bu yüzden mecburen birazdan odaya dönmek zorundayım. Babamın buraya bu saatte geldiğimden haberi olmasa daha mutlu bir tatilim olabilir sanırım xD.
--------------------------------------------------------------------------------

9 Temmuz

Ve Zaferrr!

Sonunda sahilden yazıyorum. :D. Hani hep derler ya "Burada yıldızlar daha parlak görünüyor "diye. Sanki insanın her mekan değiştirdiğinde gittiği yerdeki yıldızlar hep daha parlak gelir. Ama burada cidden öyle. Gerçi bizim evin balkonunda yattığnda gökyüzü açıksa baya yıldız görünüyor ama burada başka sanki. Ufuktan yükseldikçe lacivertten siyaha dönüyor gökyüzü. Parlak küçük noktalar çok şeker. 
Vee beklenen çağrı... Babam arayıp odaya dönmemi söyledi. Böylece bu sefa da burada biterrr...
--------------------------------------------------------------------------------

11 Temmuz

Bitti...

Tatil bitti... Nedense şuan kendimi dinlenmişten çok yorgun hissediyorum. Dönerken İzmir'e uğrayalım dedik. Annemin arkadaşındayız şuanda, İzmir'de. İnsanın ebeveynlerinin böyle kafa dengi, metrak arkadaşlarını görmesi çok hoş oluyor. Hele beraber üniversite anılarını dinlemek bambaşka :D. Sanki annemi "anne" olarak değilde ayrı bir insan olarak tanımaya başlıyorum. Cidden hoş ve garip bir olay.
Bu arada tatilin son günü kullanmadığım aktivite mi diyim işte ne denirde onlara -aklıma uygun kelime gelmiyor- olabildiğince hepsinden yararlandım. Yani bir gün içerisinde resmen, biraz ondan biraz bundan derken ortaya karışık birşeyler yaptık. Zaten otelde bile adım başı annemin arkadaşı, ne geniş çevresi varmış :D... Son gün de arkadaşının benden 1 yaş küçük olan kızıyla takıldık. Zaten bu ortaya karışığı tek başına yapsam zevkli olmazdı. Hele bir buharlı odaya girmişiz ki... İçerisinde yanıyorum sandım bir ara. Hele ayaklarım... (terlik olmasına rağmen) Sanki ateşim üstünde yürüyorum. Zor attık kendimizi odadan. 2 farklı sauna vardı, biraz ona biraz öbürüne girdik. Birinde mentol kokusu vardı. Bir ara burnumu deliyor gibi hissettim. çok fenaydı. Yine de güzeldi. Orada da olabildiğince uzun kalmaya çalıştık. E bu kadar mentol çektikten sonra bu kış normalden az hastalıklı geçer inşallah. Yani yine tam hastalıksız diyemiyorum da. (tabi insan hastalık hastası olunca...)

Akşam da yine o geçen gün sahilde çalan grubun konseri vardı. Ama bu sefer sahilde değil, sahnede. Yine güzeldi ama bu sefer daha az rock parçası vardı. Gerçi grubun tarzından dolayı söyledikleri bütün parçalar rock gibiydi :) sıkılmadım yine yani. Başından sonuna kadar dinledim.
Bugün de tatil bitti işte. Macera bu kadar, bakalım yazın geri kalanında hiç hareket olacak mı... Daha arkadaşın yazlıklarına da gidemedik beraber. Onun dışında da heralde yine hareketsiz ve boş geçecek gibi yaz... 
--------------------------------------------------------------------------------

12 Temmuz

Kafein.

Yok abi ya kafein bana yaramıyor galiba. En sonunda anlayabildim bunu. Ama kahvesever biri olarak bu bilgiyi bir kafeye girdiğimde hafızamdan siliyorum sanırım.
Okul için uyanıp da kendime gelemediğim zamanlarda da içtiğim nescafeler pek iyi etki bırakmıyorlardı. Ama içmesini çok seviyorum ya, tadı çok güzel. Yoldayız şuanda İstanbul'a dönüş yolu -tahmin edin neye yazıyorum :D. Biraz önce kardeşlerim ve babam dünya kupası maçını izlemek istedikleri için bir mola yerinde durmuştuk. Ben de kahve içtim. Starbucks buldum ya kahve içmeden gider miyim hiç? Ama insan bu kadar deneyimden sonra fazla kafeinli şeyler içmemesi gerektiğini öğrenmez mi ya... Şuanda arabadayız işte. Zaten babam da hızlı kullanıyor, ben de midemin iyice çalkalandığını hissediyorum ve bu işin sonu pek iyiymiş gibi gelmiyor bana xD. Aslında belki de kahve içtikten sora arabaya binmek kötü yapıyordur beni. Çünkü okula giderken de kahveyi içtikten sonra metrobüse biniyorum. Hele de kahvaltı etmemişsem iyice kötü oluyor. (ki genelde evden çokmadan kahvaltıya pek vaktim kalmıyor.) Neyse yazmakla uğraşırken daha çok midem bulanıyor sanki. Ara versem iyi olur.

Dipnot: Starbucks'tan kupa aldım! Yay! Çok şekerler ve ben de tam bir kupa hastasıyımdır. Farklı farklı kupalar almaya bayılırım. Sanırımartık koleksiyon yapaya başladım...

29 Haziran 2010 Salı

Action

Tekrar ps manyağı oldum sanırım. Gece gece action yapacağım tuttu. o.ô Bundan sonra yaptığım actionları buraya koyayım dedim. Bu da başlangıç olsun.



Resimdeki brushlar: InvisibleSnow ve Moargh
Evet, bundan sonra emeğe saygı u.u. Ne kullandıysam, kiminse belirteceğim. Bu yüzden de arşivimin düzenli kalması gerekiyor. ^^" Biraz zor olacak gibi.

Bu arada blogda birşeyin eksikliği batmaya başladı bana. Etiket. Yazılarımı etiketlemiyorum hiç. Bir ara hepsini birden elden geçirmeyi düşünüyorum...

bebe.

Büyüdüğü halde hala bebe bisküvisi yiyen var mı? Ben çok severim. Sütle, çayla falan çok iyi gidiyor :D. Tavsiye ederim u.u
Bizde özellikle küçük kardeşim çok sever -küçük dediysem bebek değil aramızda 3 yaş var. Bugün yine almış dayanamadım yedim. Daha doğrusu içtim aslında. Yıllardır yediğimiz için yöntem geliştirdik artık xD. Evdeki en büyük bardakları alıyoruz, içine koyuyoruz bisküvileri, sonra sütü döküyoruz üstüne -bütün bisküvilerin ıslanmasına özen göstererek u.u- vee karıştırıyoruz bir güzel. Yummy~ (Evet, bir bardak da bunu yazarken bitirdim x))

House 1. sezon bitti.~♥  İzle izle moronlaştım gibi hissediyorum. Yine 6 bölüm birden izledim -büyük ekranda. Bilgisayarda deli gibi dizi veya anime izlerken -yani ara vermeden önce- daha çok izleyebiliyordum sanki. Ara vermeden izle babam izle. Yaşlandım mı ne o.ô?

Ps'ye dönüş yaptım. Aslında daha çok bilgisayar bağımlılığıma dönüş yaptım da denilebilir. (Kısa bir ara oldu ama :D) Day'cik sağolsun, sayesinde texture kaynaklarımı karıştırırken tekrar birşeyler yapasım geldi ve bütün gün aklımda "ps açsam mı" düşüncesiyle dolanmaya başladım tekrar.

Geçen gün pas atmak için yaptığım bir-iki ıvır zıvır...




Photobucket Photobucket Photobucket
Photobucket Photobucket

28 Haziran 2010 Pazartesi

converse'lerim... üü.

Ayakkabılarımı çalmışlar T^T. 4 katlı bir apartmanın en üst katında oturuyoruz. Apartmanın demir kapısını kim size açtı da girdiniz topladınız o ayakkabıları ya. Bizim evde benden 1 çift converse (son aldıklarımdı onlar ya ne istediniz benim kirli yırtık (tam yırtık olmasa da) converselerimden T^T) annemin de 1 çift spor ayakkabısı gitmiş. Ya onları aldığımdan beri eve geldiğimde hep içeri alırdım. Almayacağım tuttu. Üşendim mi unuttum mu hatırlamıyorum. Üstelik tam da ertesi gün beyazlarını çamaşır suyuyla temizleme planları yapıyordum. Böhüüü~ T^T.

 Karnım ağrıyor. Normalde bugün dışarı çıkma planı yapıyordum ama çıkamayacağım anlaşılan. Üşüttüm galiba ya. Birkaç gündür geceleri, sabaha doğru falan üşüdüğümü hissediyorum. Uyandığımda zaten sırtım açıkta (eğer öğlen vakti uyanmadıysam) nerdeyse buz gibi, boğazımda da bir soğukluk hissediyorum. Biraz da öksürme var sanırım ama onun nedeninden emin değilim. Ya hadi kışı anladım da, yazın hasta olmayı nasıl beceriyorum ben acaba. Zaten bir baş ağrısını bir de karın ağrısını çekemem. Kolum bacağım falan ağrısa gene çıkardım bugün heralde ama karın ve baş dayanılmaz benim için... Dışarı da kendime doğru düzgün küpe almak için çıkacaktım. Kulaklarım yara oldu, olacak. İyileşmesi için doğru düzgün küpeye ihtiyacım var. Bir de kulağımda 3 delik var. 2 tanesi yetmiyordu sanki. Ergeniz ya illa macera arayacağız. =.= (böyle dediğime bakmayın aslında seviyorum 3. deliğimi de ya :D)

Madem çıkmıyorum dışarı bari daha önce çıktığımda çektiğim fotoğraflardan koyayım. Fotoğraf çekmeyi çok severim. Ama ciddi olarak ilgilenmiyorum maalesef. (Piyanodan sonra bir de fotoğraf makinesi diyeyim de babama öldürsün beni.) Zaten öyle pek bir kabiliyetim de var denemez. Seviyorum sadece. Fotoğraflar da -çoğunlukla- benim cep telefonundan (aşağıdakilerin hepsi telefondan.) ya da bizim 5 mp'lik emektardan. (emektar? o.Ô neyse) Zamanında almışken iyisini alalım diyip böyle teknolojik aletlere verirsiniz ya parayı. Tabi bir kaç ay sonra teknolojide bir fırlamayla sizin makine külüstür gibi kalır. (Gene de iyidir aslında bizimki ya severim ben. Zaten ben sıkıştırmıştım alalım diye.) Günümüzde onu aldığımız fiyata ne yüksek mp'li, ne ince makineleri görürüm de içim içimi yer. x). Neyse ya çok uzun oldu bu olaya giriş paragrafı be. ô.Ô

Sadece boyutlarıyla oynayacağım diye açtım ps'yi güya. Ama azıcık dokunmadan duramadım. (:



Bunlar gittiğimiz piknikten.


Bu da ben kurabiye yaparken. :D Bu yeşil kabı çok severim. Kurabiye hamurunu karıştırırken de canım fotoğrafını çekmek istemişti.

25 Haziran 2010 Cuma

Oda'm!

Panik yapmayın. Yanda görmüş olduğunuz bir oda, ama düzeltildi. (canım çıktı düzeltene kadar). En çok vaktini odasında geçirmeyi, odasını değiştirmeyi, odasına yeni şeyler almayı seven ben yine tutkularımın kurbanı oldum. xD.
Sabahleyin sadece etraftaki dağınıklığı düzeltmek, kitapları düzenlemek, gereksiz şeyleri atmak vs. sebeplerden ötürü odamı düzenleme işine giriştim. Zaten sürekli aklımda olan düşüncelerse, beni rahat bırakmayıp kafamda uçuşmaya başladılar yine. Mutlu hissetmem için, bulunduğum ortamın (eğer kafamda bir değişiklik varsa) kafamdaki gibi olmasını isterim. Öyle olunca daha rahat ve huzurlu hissediyorum. Ve sanki eşyaların yerini değiştirmek bana enerji veriyor. Evet sadece zevk de değil, enerji veriyormuş gibi hissediyorum. Herneyse işte. Aldım elime kalem kağıdı, hopladım yatağımın üstüne ve taslak çizmeye başladım. Ve taslağı çizerkende bir elimde mertre, bir elimde kalem, sürekli yerimden fırlayıp eşyaların, odanın ölçüsünü alıyorum. Yanlız odanın eninin ölçüsünü almamıştım ve 3 metre olarak biliyordum. (babam öyle söylemişti.) Ve ben akıllının çizdiği taslağa göre eğer yatağım fotoğraftaki şekli yerine onun 90 derece dik konumunda olsaydı, sağ tarafta bulunan (fotoğrafta görünmeyen) dolabımın kapakları da açılabilecekti. Ve yine ben akıllı odanın enini 3 m kabul edip, hiç tekrar ölçü alma gereği duymadan yatağımı çevirmeye başladım. Daha rahat çevirebilmek için de yatak başlığını çıkarttım. (fotoğrafta o yüzden yatağın ayakucunda duruyor.) Herneyse sonuç olarak ölçüm yapmadan, odanın eninin 3 metreden az olduğunu nasıl bulacağımı görmüş oldum.
Sonra odayı başka nasıl değiştirebilirim derken, yatağı tekrar düzledim, ortaya çektim, yanına piyanoyu ittim vs. baya bir iş çıkarttım kendime kısacası. Ve asıl işkence geliyor. Hepsini tekrar düzelttim. Ama o yatak başlığı var ya... Öldürdü beni. Tam olarak kucaklayamıyordum ve dolayısıyla tek başıma kaldırmak da zor oluyordu. Ama sonuç... zafer!
(Bu arada ben odamda bu dolapları döndürürken kapı kilitliydi, ve kimsenin haberi yoktu. Kapıyı açtığımda da hepsini eski haline çevirmiştim. x))
Aklınızda odamın bu hali kalmasın. Normal halini de koyayım bari...
Bütün bu maceradan sonra, bari kilo vermiş olayım diyorum. O kadar eşyayı ittirdim, kaldırdım. Ama maalesef odamı düzeltmek bunlarla bitmedi. Akşama kadar, hatta ne akşamı ya gece, koltuğumun bazasındaki eski ders kitaplarını, okuma kitaplarını falan ayıklayıp yerleştirdim. Bir de eski ve işe yaramayacaklarını bildiğim halde atamadığım eşyalarım vardır. Bu huyumdan nefret ederim. İşine yaramıyorsa at şunu gitsin di mi? Bu yüzden de elime gelen çoğu şeyle oyalanırım ve toparlama işi de acayip uzar.
Pff, bu işlerden sonra gene bu saate kadar da film izleyip, blog yazmış oldum. Ahhh... Başladı yine benim bilgisayar başında sabahlama günlerim galiba.
Neyse artık, yorgun düştüm sanırım. (Bu saate kadar da öğle sularında uyandığım için uyanık kalabildim.) Uyuyup biraz dinlensem iyi olur... Sanırım kemiklerim sızlamaya başladı...

~Bu arada ortalama yükseltme sınavları için de başvuru süresi dolmuş oldu dün. Tahmin etmek zor olmasa gerek, başvurmadım. Notumu düşürmekten korktum biraz. Ve de tatile girmişken hiç kitap açacak motivasyonum yoktu zaten.

23 Haziran 2010 Çarşamba

bip.

Evet, aklıma yine başlık gelmedi ^^"
Önceki postu gönderdikten sonra açtım photoshopu. =o= Bu yandaki şey çıktı ortaya sonunda. (eleştirilere açığım, şahsen ben de pek beğenmedim.) Texture dosyalarını ayıklamaya yine üşendiğim için kullanmadım ama şunu farkettim ki texturelerimi özledim ben ya üü.
Ve bu arada kullanıcı adımı değiştirdim. Aslında pek değiştirdim sayılmaz sadece çevirdim.
hotaru - firefly - ateşböceği
japonca - ingilizce - türkçe
Böyle bir şey işte. Bu aralar firefly hoşuma gitmeye başladı. Ama blogun adını değiştirmeyi pek düşünmüyorum. Hotaru kalsın o. Gündüz bir türlü kendime gelemediğim ve sürekli uyuduğum için şimdi uykum gelmiyor. Ama biraz daha bilgisayar başında kalırsam, sabahlarım burda. Sonra sabah babana yakalan, bir sürü fırça ye, sonra tam da uykun gelmiş, mayışık kıvamdayken kahvaltıyı sana hazırlatsın. Yok ben almayayım. x)

House M.D.

(Avatar bana ait değil. -kime ait olduğunu da bilmiyorum ^^"- Sadece üzerinde birkaç küçük ayar yapıp boyutunu küçülttüm.) House'a başladım. (sonunda...) Harika bir dizi -bence-. Tıp, bugüne kadar hiç ilgimi çekmese de bu diziyi izlemek çok keyifli geliyor. (ama hala tıp okumak ilgimi çekmiyor.) Bir kaç gün önce annemle beraber başladık izlemeye. Annem -her zaman yaptığı gibi- baştan sona kadar yerinde durup izleyemese de beraber izlediğimiz diğer dizi/filmlere kıyasla bu daha çok ilgisini çekti sanırım. Bir oturuşta ilk 6 bölümünü izledik. Üstelik bölümlerden arada kaçırdığın olsa da hikayeyi takip etmekte zorlanmadığın için tam annemin izleyebileceği bir dizi. (bir diziyi kaçırıp anlamadığı önceki bölümlere ait şeyleri diziyi izlerken tam ortasında sormasında nefret ederim. Hele de altyazı takip ediyorsam cevaplarım çok sert olur (istemeden ^^").

İşte vikiden alıntısı:
"Dr. Gregory House, New Jersey'deki Princeton-Plainsboro Hastanesi'nin Tıbbi Tanı Uzmanlığı Departmanı'nın başındaki doktordur. Kendini aşırı beğenmesi, takıntılı davranışları, insanları önemsememesi ve boşvermişlik gibi özelliklerine rağmen ünü dört bir yana yayılmış müthiş biridir. Uzmanlık alanı, bulaşıcı hastalıklardır (intaniye). Hiç kimsenin tanı koyamadığı hastalara bir bakışta tanı koyarak onların hayatlarını kurtarmaktadır. Hastalarla, zorunlu kalmadıkça doğrudan temasa geçmemeyi tercih eder, ancak ekibindeki doktorların psikolojilerini de sürekli olarak bozmaktadır. Ekibinde yer alan doktorlar; Dr. Eric Foreman (nörolog, sinir sistemi uzmanı), Dr. Robert Chase (kardiyoloji ve yoğun bakım uzmanı) ve Dr. Allison Cameron (immünolog, bağışıklık sistemi uzmanı)'dur. Hastanenin yöneticisi ve Princeton-Plainsboro Tıp Fakültesi'nin dekanı Dr. Lisa Cuddy (endokrinolog, hormonal sistem uzmanı), onu sürekli gözlem altında tutmaya çalışmaktadır fakat ondan asla vazgeçememektedir. Çünkü en zor durumlarda hastaları kurtaran hep odur, ama Dr. House yüzünden hastane sık sık dava edilmektedir. Dr. House'un en iyi dostu onkolog (kanser hastalıkları uzmanı) Dr. James Wilson'dur."

Vikipedi'de daha ayrıntılı bir anlatımı var ama spoiler içeriyor. Ben sadece ilk paragrafını aldım. Dr. House gibi karakterleri izlemekten hep zevk almışımdır. Acayip derecede eğlenirim izlerken.

Açılış müziği "Teardrop - Massive Attack". Ne zaman dinlediğinize bağlı olarak x)- hoş bir şarkı bence. Widget'a da ekledim.

Bayadır photoshoptan uzak kaldım. House için avatar yapayım demiştim başta ama bu şey çok hoşuma gitti vazgeçtim. Bir de açtığımda hiç birşey yapamayacağım diye korktuğumdan artık açmıyorum sanırım psyi. Bir ara bütün brush, action ve texturelerimi gözden geçirip tekrar başlamam lazım ama ona da üşeniyorum. Arşiv baya geniş de ^^". Ne yaparım diye düşünmeden bir sürü ıvır zıvır yüklemişim. Şimdi içinde kendim kayboluyorum. Şeytan diyor sil hepsini birden yeni arşiv oluştur. Ama bakalım bende o cesaret var mı...

22 Haziran 2010 Salı

Tık...

Sayaç ekledim. xD Burda cidden okuyan var mı diye bir meraka düştüm. Hoş, okuyan olmasa da yazacağım, burayı defter tutmak niyetine kullanıyorum hem böylesi daha renkli ve eğelenceli oluyor.

Dün arkadaşımda yatıya kaldım. Akşam -daha doğrusu gece- geç olunca bizde kal dedi ben de babamı arayıp izin aldım. Aslında izin vermesinden yana pek umudum yoktu ama hiç aklıma gelmeyecek kadar kolay bir şekilde izin verdi. :D. Tabii biz de gecenin körüne kadar -sabah mıydı yoksa o.ô- oturduk. Az daha bugün de kalıyordum. :P. Arkadaşta yatıya kalmak çok eğlenceli ya :).

20 Haziran 2010 Pazar

bip.

Bir arkadaşım bu "bip." i olur olmadık her yere yazmayı ve söylemeyi çok sever. :D. Hatta şöyle ki derste birinden defterini alır (millet, bir yeri kaçırdı, yazamadı, onu geçiriyor zanneder.) defterin ortasına bir yere "bip." yazar geri verir. x) İnsan da bunu görünce ister istemez bir güler yani :D.
Neyse işte aklıma başlık gelmedi bunu yazdım. :P

Sonunda düzgün listeli bir müzik çalar ekledim. Önceden bunlardan eklemek istemediğimi söylemiştim ama diğerinin tek tek kod girmesi ve hataları beni bunalttı. Hem bu daha şeker duruyor. :3
Sevdiğim şarkıları seçmek tam bir dert. Seçemiyorum ki! Buraya eklemediği ve çok sevdiğim daha tonlarca şarkı var ama onları da zamanla bunu yenileyip ekleyeceğim galiba. Şimdilik bu şarkılar idare eder. Özellikle McFly'ları dinleyin! Etrafta McFly hayranı olsun istiyorum ya. o.O" (Yanlızlık çeken hayran depresyonu asdfasdf xD )

19 Haziran 2010 Cumartesi

yatta!

Yaptım! Başardım! Konser çok güzel geçti. Sadece 2 kere çok az şaşırdım 1 tanesini zaten kimse farketmemiş diğerini de babamlar dikkatli dinlediği için rahat farketmişler, yoksa o da çok farkedilmedi sanırım. Olabildiğince duraklamamaya çalıştım zaten. 4 küsür dakikalık bir parça... Sahneye çıktım, rezil olmadan çaldım, ağzım kulaklarımda selamımı verdim ve sahne arkasına dönüp hocama sarıldım. :). Sahneye çıktığımda hep böyle oluyor. Ya da tanımadığım birinin karşısında çaldığımda, farketmez. Dizlerimde bir uyuşma hissediyorum, hani dizlerimin bağı çözüldü derler ya aynı o cinsten ve ellerim titriyor ve sanki kontrol edemeyecekmişim gibi geliyor ve korku heyecan, o karşımın içinde normalden daha dikkatli olarak çalıyorum. Sahnedeyken spot ışık altındaydım, o yüzden de etraf karanlık kimsenin yüzünü göremiyorsun. Bu da biraz yatıştırdı sanırım. Parçayı çalarken kendimi sakinleştiriyim diye aklımdan farklı farklı gündeli şeyler geçiyordu. Ama bir ara bu yüzden dikkatim dağılacak da parçayı unutucam diye korktum. x) Ve anında aklımı parçaya verdim.

Önceki postu yazdıktan sonra da çıkıp direk provaya gittim. Galiba o prova da biraz yardımcı oldu. Asıl çıktığımda daha kontrollü hissediyordum sanırım. Provadan eve dönerken markete uğrayıp çikolatalı süt falan aldım beni yatıştırsın diye. (Çikolata canavarı karşınızda)  Provadan beş buçuk gibi döndüm heralde ve konser sekiz buçukta başlayacaktı. Gerçi ikinci kısımda çaldığım için geç kalmam önemli değildi. Ama ben sanki hiç böyle birşey yokmuş gibi eve gelince ne yaptım? Oturdum ve televizyon izledim. Hatta o da yetmedi iyice abartarak kardeşimin taktığı filmi izlemeye başladım. Normalde saat sekizde gelin demişlerdi ama ben saat sekizi geçmesine rağmen hala filmin başındaydım. Bu rahatlık nerden geldi acaba? Üstelik daha ne giyeceğime bile tam karar verememişken! Neyse sonuç olarak konsere geç gittik. (Söz konusu ben olunca geç kalmak çok da şaşılacak bir durum değil tabi.) Giderken de kardeşlerim sinirimi bozdu. Özellikle büyük olan. Hiç bir şekilde ne beni ne konseri ne de heyecanımı takmayarak konserin daha ilk yarısı bitmeden annemlere bile haber vermeden çekti gitti. Zaten evde de baya sinirimi bozmuştu. Bu evde benim adıma hiç mi heyecanlanan olmaz. Hiç mi bana moral veren olmaz ya. Gerçi konserin ortamına, havasına girince annemler moral verdiler ve kulise gidip orda hocamın ve bu konuda daha ilgili kişilerin yanında rahatlamak baya iyi geldi. Özellikle provada beni dinleyen bir kaç kişinin ve hocamın beni övmesi ayrı bir cesaretlendirdi. :)
Ama konserin bir kötü yanı milletin çocuğu çaldıktan sonra gitmesiydi. Giderek seyirciler azalınca insan bir hayal kırıklığına uğruyor ya. Özellikle de düşünsene sen sahnede performansını sergilerken, heyecandan aman bir hata yapmayayım diye uğraşırken karşındaki adam kalkmış salonu terk ediyor. Hiç de hoş değil di mi? Konserde bir de konuk vardı, eski trt sanatçılarındanmış. Saat on gibi falan çıktı sahneye tabi öğrencilerin performansları bitmişti ve salonun halini düşünün. Kadın da napsın dalgaya alarak "kalan sağlar bizimdir" dedi, başladı söylemeye. Çok da güzel söyledi çok hoştu bence. Hele de bizim kursun müdürü (sanırım) bağlamayla eşlik ediyordu ve resmen coşturdu. :D
Sonuç olarak konser çok güzeldi ve başlarını kaçırdığıma üzüldüm.

A bu arada konserde ne çaldığımı daha önce söylemiş miydim? Sanırım söylemedim. :D
My Immortal! Konserde my immortalı çaldım. Ve tahmin edin ne oldu. Programın akışının olduğu listede yanlış yazmışlar! "My immimortal" yazıyordu. xD. Hocamla bunu görünce koptuk resmen. Ama neyse ki ben çıkmadan gidip anonsu yapan kişiye söyledik de anonsta doğru söylendi. İşte böyle bir şey... Ve üzüldüğüm bir diğer şey de yanımıza kamera almamışız. Konser yeri evden 2 adım ve biz kamerayı unuttuk. Neyse ama bunu takmıyorum.

Ben doğru düzgün çaldım ki~  :D

Ah bir de, büyük olay, babet giydim. xD. Ben ki converse ve spor ayakkabı hastası kişilik zaten bu sene aldım babetleri (güya staj için ama orda giymedim) ve ilk defa giydim. Gerçi evden çıkarken aklımdan hala ya geçirsem mi şu converseleri ayağıma gibi düşünceler geçmedi değil ama uslu kız oldum bugün. (Zaten bu ya bir de etek ve elbise giymeyi denemek istiyorum. Sırf rahatlıktan. Ama ister istemez yavaş yavaş hanım kız oluyoruz galiba...)
Ve bu da konsere gelemeyenlere... (sanki herkes can atıyordu gelmek için de..) Ve söylemeden edemeyeceğim, bu parça daha önce eklediklerimden farklı bir seviyede ve bunu çalmayı başarabildiğim için çoook mutluyum.

 Aa bu video üç buçuk dakikalıkmış. Zaten bunu çektiğim sıralar sürekli üst üste çalarak prova yaptığım zamanlar. Aynı şeyi üst üste o kadar çalınca hız konusunda terazinin topuzunu kaçırmışım biraz. Sahnede daha yavaş çaldım.

My Immortal - Evanescence

(bunda da ufak tefek yanlışlar vardır mazur görün işte :P acemiyiz daha...)
Yine destan gibi post yazmaya başladım -.-"

tatilde. endişeli. heyecanlı.

(Fotoğraf bana ait. Elim biraz dengesiz durmuş ama zaten benim piyano aşkımın dengeli olduğunu kim söyledi ki? x))
Sonunda bilgisayar açtım. Kaç gündür işim gücüm yok, öyle oturuyorum, dolanıyorum -boş işler memurluğu yapıyorum yani- ama bir türlü bilgisayarımı açmadım. "Ay şimdi 2 saat sürecek açılması, sonra başına oturdum mu da bir daha kalkmayacağım, morona döneceğim bütün gün." diyerekten bir süre bilgisayardan uzak kaldım. Neyse, fark edileceği gibi yine tema değiştirdim. Bloggercık sanki beynimi okudu. Bir girdim ki baktım yeni tasarım ayarları eklemişler. Kafama göre tema aramaktan sıkıldım ben de bloggercığın sözünü dinyeyip, sade ve kullanışlı olarak ayar yaptım kendi çapımda. Aslında daha sonra piyano temalı birşeyler yapmak istiyorum ama şuanda hiç onunla uğraşacak şevk yok içimde.
Şaka maka bu sene de bitti ya. Çok hızlı geçiyor bu seneler, çok hızlı büyüyormuşum gibi geliyor. Ayak uyduramıyorum sanki herşey çok hızlı. Güya 11sınıfı takdirle geçebilmek için çalışacaktım. Nerde... Neyse yine de teşekkür aldım, bir ara onu da alamayacağım diye korkmaya başlamıştım. Ama şimdi de düşük derslerim içime dert oldu. Malum seneye sınava gireceğiz ve sınav sonuçlarına okul notlarımız da etki ediyor. Aslında bu yüzden ortalama yükseltme sınavlarına girmeyi düşünüyorum ama bir yandan da korku basıyor. Ya yine tembellik eder de çalışmazdam. Bu sefer zaten düşük olan notu iyice düşürürüm, Allah korusun! Üstelik sınavlar için baş vuru bu cumaya kadar yapılıyor ve ben hala çok kararsızım. Bakalım ama eğer cumaya kadar kimya çalışırsam ve konuyu anladığıma inanabilirsem belki gidip son gün kayıt yaptırabilirim. Offf kimya of! Sınavlar da başvuruyu yakip eden hafta yapılacakmış. Bir de bu dert var.Benim hangi gün olduğunu kesin olarak öğrenmem lazım çünkü tam da temmuzun başında tatile gidiyoruz. Ya bir haftadan uzun sürüyorsa sınavlar. İçimden bir ses de boşver ya, ne bu kadar stres yapıyorsun. Girme gitsin, ne diye risk alıyorsun ki diyor. Karar verme konusunda çok beceriksizim.

Bu arada geçen pazartesi sınıftakilerle pikniğe gittik, gerçi sınıfın yarısı falan yoktu ama, çok eğelenceliydi. Tabii aksaklıkları saymazsak. Gerçi şimdi anlatırken hepsi komik, küçük anılar gibi geliyor. :D. Öncelikle 13 kişilik bir grupla pikniğe, içlerinden sadece bir kişinin yolunu bildiği biriyle giderseniz ne olur? Eğer ki rehberiniz aklı selim biriyse tabi ki de hiç birşey. Ama o rehber bizim arkadaşsa, yaklaşık 1 saat boyunca ellerinizde çantalar, poşetlerle yürürsünüz! Piknik alanına varamadık bir türlü.Gruptaki herkes deli oldu. Neyse iyi bir yürüyüşün ardından sonunda oturabildik ve masaları kurmaya başladık tabi herkes kurt gibi acıktı o kadar yürüyüşün üstüne. Ama bu sefer de başka bir sorun çıktı. Su yok! neyse yine rehber arkadaşla -sırf o daha yürüsün diye- bir grup su almaya gitti. Başka bir grup da çeşme aradı. Bu arada ben de domates soyuyordum ve üstümü batırmayı başardım :D. Üstelik bir de açık renk giymiştim üstümü.Ondan sonra zaten battı balık yan gider diye oturmadığım yer, sürtünmediğim çimen kalmadı :D. yok yok o kadar abartmadım ama bir de çimen lekesi eklendi üzerime, o doğru. Yemekten sonra bir enerji patlamasıyla yeterince spor yapmamışız gibi bir de voleybol oynayıp sonrasında da etrafı gezmeye çıktık. Bir ara yine bir kaç kişi bizden ayrıldı. Tatlıları ve artan bir kaç şeyi masada bırakmıştık. Gidip onları yemişler. Bu arada yan masadaki bir grup da bizim topu istemiş oynamak için. Bunlar da veririz ama bir şartla demişler, diğerleri geri dönüp sorduklarında topu bizim verdiğimizi söylemeyeceksiniz, birileri geldi burda yedi içti, onlardan aldık diyeceksiniz demişler. Bunlarda gülmüşler almışlar topu. Sonra o masaya gidenler geri yanımıza döndü. Biraz daha dolandık sonra hep beraber döndük masaya. yan masadakilerin topla oynadığını görünce bizim kızların tepesi attı. "Bir izin alsaydınız" diye laf attılar hemen. Onlar da aldık zaten diye terslendiler hemen. Kimden diyoruz. Cevap yok. En son hiç cevap vermeden topu bıraktılar gittiler. Durumu tahmin edenler olayın sorumlularına döndüler. Siz verdiniz di mi diye. Ama bizimkiler sonuna kadar inkar. En son yan masa piknik alanından gidince olayı anlattılar. Kızlar da böyle özür dilesemiydik gibisinden düşünecek oldular ama bizim şakacı lar hemen atladı "Boşverin ya onlar uymadı anlaşmaya" diye. xD. Biz de boşverdik. Sonra yine bir akıllımız bıçakla artık bilmem neyi kesmeye çalışırken parmağını kesti. Ama baya derinden kesti. Peçetelerle sarıyoruz, bastırıyoruz, kan durmuyor. En son başka bir akıllı kanı durdurur diye peçeteye tuz döküp bastı. O an yaralı arkadaşa baya acıdım çok canı yandı. Ama kan da durnu neyseki. Bunu birine anlattığımda, "niye tuz bastınız ya birinden sigara isteyip tütün bassaydınız. O da durdurur kanı" dedi. Evet, artık bir dahaki sefere için aklımızda olsun bu çözüm. Neyse en son toparlandık bu sefer o kadar uzun yürüdüğümüz yolu tekrar yürümedik tabi. :D. Artık akıllandık ya en yakın duraktan otobüse bindik. Nasılsa aktarma 21 krş. xD

İşte piknik macerası da böyleydi ama daha önemli bir maceram da var anlatacak ve henüz yaşanmadı. (Henüz yaşanmadığı halde buna nasıl maceram dediğimi ben de bilmiyorum.x))
Bu akşam ben sahneye çıkıyorum. Pi-ya-no! Evet, piyano çalacağım. Hem de seyircilerin önünde. Allah'ım sen yardım et! Çok korkuyorum ya çuvallayacağım diye. İnşallah iyi geçer. Sahnede çalacağım parça değil ama başka bir parçanın videosunu çekmiştim. Onu ekleyeyim (bir yerde biraz şaşırmışım ^^" çok takmayın olur mu?). Sahnede çalacağımı belki konserden hemen sonra eklerim (:
Yine Tchaikovsky.

Old French Song


Piano is love~

1 Haziran 2010 Salı

sıcak.

Bu ne sıcaktır, bu ne bunaltıcı havadır ya! Kaç gündür öldüm. Cep telefonundan hava durumu servisine üye olmuştum. En azından okullar kapanana kadar iyi olur dedim. Kaç gündür yarın yağmurlu hava diyor, yarın oluyor bu sefer bugün az bulutlu yok bilmeme kaç derece. Töbe, töbe... Yine yarın yağmurlu mesajı geldi ama bakalım bu sefer nasıl olacak. Gerçi bu sefer umutluyum. xD. İnşallah yağar da bu bunaltıcı hava da biraz değişir. Sınıfta zaten herkesin elinde kalın bir kağıt parçası ya da koparılmış ders kitabı kapakları :D. Ancak serinliyoruz. Zaten yazılılar da ayrı bir bunaltıyor. Bu havada yazılıya da çalışılmıyor ki ya. (Hoş, hava böyle değilken çalışıyor muydum ki?)

Ay bu arada, yine tema değiştirdim. Gerçi bunu değiştirdikten bir kaç gün sonra yazmak biraz saçma ama ^^". Bu tema çok hoşuma gitti ama maalesef bana uygun değil, yazı alanı resim koymak için çok dar. Sadece çok beğendiğim için birkaç günlüğüne kullanmak istedim. Sonra yine uygun birşeyler aramaya girişeceğim. Ah, şu okul günleri geçse... Zaten yaz tatilinde de çalışmak zorundayım. Ama artık ders çalışmaktan zevk almayı ya da en azından ders çalışmayı hatırlayabilmeyi umuyorum. Aa, söylemeyi unuttum ve büyük bomba. *.* Babam yaz tatilinde arkadaşımın yazlıklarına gitmeme izin verdi!! Okul gezileri dışında ailem olmadan ilk defa bir tatile gideceğim. Ama tabi arkadaşımla ikimiz de yaz tatilinde birbirimizi motive edip çalışabilmeyi umuyoruz. İnşallah!

Üniversiteee~ T^T Ne stresmiş bunları düşünmek de ya...

29 Mayıs 2010 Cumartesi

maNga.



You could be the one in my dreams
You could be much more than you seem
and i can’t hide one in that life
Do you understand what i mean
I can see that, this could be faith
I can love you more than they hate
Doesn’t matter who they will blame
We can beat them at their own game
I can see it in your eyes
It doesn’t count as a surprise
I see you dancing like a star
No matter how different we are
For all this time i’m in love with you
Don’t even know your name
For just one night
We could be the same
No matter what they say
And i feel i’m turning the page
And i feel the world is a stage
I don’t think that drama will stop
I don’t think they’ll give up the rage
But i know the world could be great
I can love you more than they hate
Doesn’t matter who they will blame
We can beat them at their own game
I can see it in your eyes
It doesn’t count as a surprise
I see you dancing like a star
No matter how different we are
For all this time i’m in love with you
Don’t even know your name
For just one night
We could be the same
No matter what they say

27 Mayıs 2010 Perşembe

mutlu.

Piyanomu tamir ettim. (: çok mutluyum. Dikkat ettirmedim ettim. :D (gurur duyuyorum u.u) Geçen videoyu eklediğimde pedallar çalışmıyordu. Güya aldığımız yere, teee adamların ayağına kadar gidip söyledik. Ses seda yok benim de tepem attı. Bir bakayım dedim nasılsa elektronik piyano birşeyleri bozmam. Dükkandaki adam bir kablo falan demişti. Piyanoyu çektim duvardan, ne göreyim. Kutusundan çıktığı gibi duran montajda hiç dokunulmamış hala sarılı olan bir kablo bana el sallıyor!?! Deli oldum! Ve montaja gelen arkadaşa da o an içimden geçenleri armağan ediyorum. u.u Üstalik bir de eksik vida çıktı demişti ve piyanomun alt tarafında açık duran 2 adet vida yuvasını bırakmıştı bana sağolsun. Bir baktım ki oraya takılacak vidaları başka yere takmış, diğer vidalardan artmış. (Ne hikmetse bütün vidalar da birbirlerinin yuvasına uyuyor...) Her neyse onu çıkar bunu tak falan derken en sonunda piyanomu normalde olması gereken hale getirebildim. ^^ Ve sonuç pedallarım çalışıyor! Ses o kadar farklı olabiliyor ki onları kullanarak. Daha bir çalma şevki geldi bana. :D
Ben bunu yazarken bir arkadaşım mesaj attı. Hemen TRT'yi aç diye. Ben de gittim açtım televizyonu. Eurovision da -hangi ülkeydi hatırlamıyorum ^^" (işe bak daha demin izledim ya) ama 10. sırada çıkmışlardı.- bir düet vardı ve kullandıkları piyano *.* harika birşeydi. Elektonik, iki tane kuyruklu piyanonun uçlarından birleştirilmiş hali ve tahta falan değil saydam. Çok değişikti ve çok hoştu. *.*
Aslında Eurovisionu izlemeyi düşünmüyordum bu akşam ama açmışken daldım öyle bu yazıyı falan da unutmuşum :D. Ama Manga izlenmeye değerdi. Onları izlemek için sonuna kadar beklemem gerekti ama olsun. :D Şovları çok güzel olmuş. Hoşuma giden diğer ülkelerde -pek ayrıntılı izlemedim aslında ama- Gürcistan, Ukrayna, Kıbrıs Rum Kesimi...
Neyse yarın biyoloji sınavı olan bir kız için çok geveze ve sorumsuz olduğumu farkettim. Acaba bu gece uyumayıp çalışsam mı? Aslında çok iyi olur. En son öyle çalıştığımda 90'larda almıştım. Gerçi o gün eve geldiğimde direk uyuyup sonra gece kalkıp çalışmaya başladığım için öyle olmuştu. :D Ama sonraki yazılılarlar felaket... (Neden acaba?!)
Pufff... Bu sene de böyle işte. Çat pat bişeyler yapa yapa geçiyorum dersleri. Ama bu halim korkutuyor beni ya. Böyle giderse ancak rüyamda görürüm İTÜyü. :'(  -ve geçen gün nette gezerken ne göreyim. İTÜde Japonca kursu var!! Okul kulübü olarak. Hazırlık okuyacağım sene kesin orda olmalıyım!! İTÜüüü~ T^T-

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Yip.


Artık başlık bulamamak başıma vurdu. Saçmalıyorum hep xD. Neyse geçen günkü o sinir ruh halini attım üstümden, rahatım. Ohhh... Mutluyum, huzurluyum~ :D.
Cuma günü sonunda istediğim filme gidebildim. *.* "Iron Man 2" daha fragmanını gördüğüm andan itibaren gitmek istiyordum. Ve sonunda gittim. (: Üstelik salonda sadece 4 kişi vardı (arkadaşım ve ben hariç 2 kişi yani). Filmi salon boşken izlemeyi seviyorum (: ve nedense bu tür filmlere bayılıyorum. İlk filmini de çok sevmiştim *.* Robert Downey Jr. harika bir oyuncu. Tony Stark karakterini çok iyi canlandırıyor. Ve Tony Stark *-* bu karaktere bayılıyorum ya. Gamsızlığı o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam. Ve bunun yanında tabi o deha...

:D Neyse işte fragmanı:





bundan sonra böyle kısa gönderiler yapmaya karar verdim. :D bir seferde tek bir konu ya da olay falan işte :)