19 Aralık 2011 Pazartesi

yeni adres.

blogumun adını değiştirdim :)  ve pollyannacılık oynadığım dünyamda, eski adresime girenlerin yeni adrese yönlendirileceğini zannettim... neyse, aradığınız blog;

3 Kasım 2011 Perşembe

havasız mı burası biraz?


Son zamanlarda neler yapıyorum gibi bir şeyler yazayım diye girdim bloga. Ama pek gerek kalmadı. Yukarıdaki resim zaten yeterli bir özet geçiyor.
Çalışmak konusunda biraz sallantıda hissetsem de, geçen seneki o boşluğa düşmüşlük hissi henüz gelmediğinden memnunum.
Dershaneye gidiyorum. Eve geliyorum. Yatana kadar ne yaptığımı ertesi gün hatırlamıyorum bile.
Dershanede sadece ilk tenefüs kahve almak için çıkıyoruz sınıftan. Ondan sonra sanki çıkış yasağı varmış gibi bir daha yerimizden hiç kalmıyoruz neredeyse. Zil çaldığında havadar ortamdan bizim sınıfa giren öğretmenlerin ilk lafı elbette "Ay çok havasız burası, camı açalım biraz." Sanırım ben de havasız kaldım biraz. Ne bakımdan olduğunu tam kestiremiyorum ama kesinlikle bi yerlerden bir cam açmam lazım...

Yarın liseden bi kaç arkadaşımla buluşacağım inşallah. (Umarım ihtiyacım olan şey budur ve geçer bu sıkıntım.) O kadar beraberlikten sonra bu kadar uzun ayrılık... Hele ki yurt tayfası için. Sene içinde bir çatı altında yaşıyorduk sonuçta. Herkes bir tarafa dağıldı. Çok özlüyor insan.

Bayram tatilim 10 gün. Mezunuz biz işte... işsiz, güçsüz, 10 gün boyunca dershanesiz ve ödevlerimizle baş başa. Test kitapları şimdiden ters ters bakıyor bana. İyi anlaşabileceğimizi sanmıyorum... Sinemaya gitmek istiyorum!

Blog adresini değiştirdim sonunda. Artık sürekli Firefly ya da FireflyLand nicklerini kullandığımdan akılda kalıcı birşey oldu. Aslında fireflyland olarak almak istiyordum ama alınmış... myfireflyland'de idare eder artık, napalım. Bi de renkleri mi değiştirsem?

26 Ekim 2011 Çarşamba

Bugün sen uyan diye 26 asker uyudu!

bu konuda yazabilecek kadar donanımlı olduğumu sanmıyorum. bu yüzden Kore Delisi'nin yazısına link koyuyorum sadece. ben bir şeyler yazamasamda blogumda bir izi olsun. oldum olası siyasetle aram yoktur. zaten kötü siyasetçiler gördükçe daha da çok soğuduğumu söyleyebilirim. umarım en kısa zamanda ülkemizdeki sorunlar son bulur.

Allah şehitlerimize rahmet eylesin.

2 Ekim 2011 Pazar

3 gün.

Benim hafta sonum 3 gün sürüyor. En azından bir süreliğine böyle olacak. Dershaneda haftada 4 gün ders var. Yani bu süre boyunca benim için pazartesi sendromu geçersiz olacak. Merhaba, salı sendromu!
Salı gününe ödevim var. Dün arkadaşımlaydım. Sınav sonrası tur yaptığımız arkadaş. Yine bol yürüyüşlü bir buluşma oldu. Eve geldikten sonra ödevlere pek vakit ayıramadım dolayısıyla, belim ağrıyordu biraz. Bugün de baya geç uyandım. Dershaneden önceki uyku düzenime döneceğim diye ödüm kopuyor. Ama en azından uyandığımda ağrılarım gitmişti. :)
Çok güzel bir gölete gittik.




Bu alttaki fotoğrafı çekerken de, photoshopta düzenlerken de, buraya eklerken de kendimi megaloman bir ergen gibi hissettim. Ama düzenlediğim hali hoşuma gitti, eklemek istedim. Üzerindeki tırtıklı doku efekti hoşuma gitti. Yeni bir şeyler denerken keşfettim onu.


Bir de bu aralar kafama takıldı, renkli lens denemek istiyorum. Göz rengimi seviyorum ama mavi ya da griyken nasıl duracak çok merak ediyorum. Tabi cesaret edebilirsem...

Tamam, ben ödevlerime dönüyorum.

28 Eylül 2011 Çarşamba

piyano tuşları.

Temamı değiştirdim.~
Önceki çok uzun süre kaldı. Çok da seviyordum. Kullanışlıydı, renkleri hoşuma gidiyordu... Ama değişiklik isteğim baskın geldi. Zaten o temayı blogger "yeni şablon tasarımcımızı deneeee" diye yalvarınca(!) yapmıştım. Yine tasarımla ilgili yeni bir şeyler koymuşlar ama bana göre değiller. Neyse, yine de eski temamı bi kenara kaydettim. Yedekte duruyor, ne olur ne olmaz.
Taaa ne zamandır aklımda vardı aslında piyanoyla ilgili bir tema kullanmak. O sağdaki piyano tuşlarını ben yaptım. Fazla mı basit durmuş? Biraz böyle sade takılalım. Aslında yeşil veya mavi tonlarında bir tema kullanmak da vardı aklımda ama piyano fikrini faaliyete geçirince onlar biraz uyumsuz kaçtı. Bu renk (vişne çürüğü müydü?) iyi oldu. Zaten bu ara bu renge de bir eğilim göstermeye başladım. Bu renkte bir çantam da var artık. *alkış*
Şu "sidebar" kısmını biraz daraltıp tek sütun yapınca daha ferah oldu ortalık sanki?

Dershanenin ilk günüydü. Artık haftada 2 değil de 4 gün ders gördüğümüz için geçen seneki erken gitme olayı yok. 9'da başlıyor ders, ohh mis. Fazla sıkmadan da bitiyor sanki. Yani bugün öyle geldi bana. Bundan sonraki günler de öyle gelir inş. Test kitabı ve dergileri aldık. Ve şimdi benim için ders vakti.
Ah, yarın bir de piyano dersim vardı. Ona da çalışmam lazım... o.o

Evet, gif yine bana ait değil :D 
Dougie *-*

27 Eylül 2011 Salı

PShop.


Yeni yaptığım çalışmayı, birilerine göstermek isteyen çocuksu hevesim hala üzerimdeyken koyuyorum.
2 versiyon yaptım. Daha doğrusu önce birini yaptım, sonra aklıma biraz değişik bir şeyler yapmak esti, böylece 2. versiyon çıktı. Ve yine baş kahraman Tom Fletcher!
gif bana ait değil.

Bir ara 'McFly'ı sevme nedenlerim' gibi bir yazı yazmayı düşünüyorum. Bir kaç gündür dolanıyor aklımda bu fikir. Tabi uygulamaya koyarsam yazı değil, küçük bir yazı serisi olacak. Malum McFly hakkında çenem bir düştü mü... e bir de fotoğraflar/videolar eklendi mi üstüne... Hayır yani McFly'dan başka müzik dinlemiyor, beğenmiyor değilim ama çok ayrı bir yeri var bu grubun bende. Evet, evet, anlatacağım bir gün. Ama ileride bir gün. 
Şimdilik yukarıdaki sözleri aldığım şarkıyı ekleyeyim. Bu 2010'da söyledikleri akustik versiyon. Şarkı ilk albümlerinden. (hatta albüme adını veren şarkı) 2004 yılından. Orjinal albüm versiyonuyla, akustik versiyon arasında dağlar kadar fark var :D. 6 senede vokal olarak nasıl geliştikleri, nasıl büyüdükleri çok belli oluyor. :)
Ve ben bu akustik versiyonu çok seviyorum~

Dershane başladı. Daha doğrusu yarın başlıyor, bugün sınav vardı. Berbat geçti. En azından fen kısmı. Mat ve Geo'yu seviyorum. Kurtarıyorlar beni. Yani... çoğu zaman diyelim.

Bunu da bir kaç gün önce yapmıştım. Hazır photoshop başlığı açmışken...

17 Eylül 2011 Cumartesi

bugün. yani aslında dün.

Önceki yazıda yazacağımı söylediğim durum değerlendirmesidir karşınızdaki.
Aslında dün dışarı çıkmayı düşünürken, bunu gündüz vakitlerinde yapmayı planlıyordum. Ama hava durumunu hesaba katmayı unutmuşum. Evin içinde bile yerimde oturarak terlerken, dışarı çıkıp yürüyüş yapmaya cesaret edemedim tabi ki. Onun yerine evde annemle takıldık. Yemek yaptık, kahve içtik, çikolata yedik. İkimiz de iyi bir ruh halindeysek annemle takılmayı seviyorum. Çok eğlenceli ve bazen karın ağrıtacak kadar komik. Annem zaten evin neşe kaynağıdır. Evde olan komik durumların, esprilerin, taklitlerin baş kahramanı %80 annemdir. Ve en güzel kısmı da bu annemin komik biri olmasından değil, tamamen doğal hareketlerinden ortaya çıkan bir sonuç. Dikkatsiz davrandığı bir an veya düşünmeden söylediği bir şeyden doğar bunlar genelde.
Akşam 5 sularında annemle, "artık hava serinlemeye başladı, çıkalım biz yürüyüşe" dedik. Ve tabi 7 sularında çıktık evden. (Annem çıkmadan bir de vişne kaynattı. Canım çekti, şu yazıyı bitireyim içicem bi bardak.) Çıkarken yanıma fotoğraf makinesini de almıştım ama bir yerden sonra işkence gibi geldi taşımak. Bu yüzden bunu bir daha yapmamayı düşünüyorum.
Yürüdük, yürüdük, yürüdük... yine eve dönüş yolu başlamadan kendimizi yormayı başardık. Bir gün sahile arabayla inmeyi ve eve dönerken yokuş çıkma derdinden kurtulmayı öğreneceğiz inşallah, umutluyum. Tabi ben öyle pek sık dışarı çıkıp yürümediğimden bacaklarım ağrıyor şu an.
Sabahtan yürüyüşe çıkıncaya kadar açmadım bilgisayar. Bir ara canım sıkıldığında film açacak gibi oldum... ama hemen vazgeçtim.
Yürüyüşten dönüşte yorgun olunca dinlendik haliyle. Bilgisayar açmadım.
Terlemiştim yürüyüşte, banyo yapayım dedim. Önce annemi beklemek zorunda kaldım. Sonra da babam ve kardeşlerime yemek hazırlamak zorunda bırakıldım. Neyse ama sonunda temizim.
Bilgisayarı açmadım.
Masama oturdum. Türev kitabıyla bakıştım. Geçen seneden kalan not kağıtlarıma bi göz atıp, derslerine göre ayırdım. Ve işte o an. Türevi tekrar etmeye başladım. Yani ders çalıştım. *-*
Tamam, tamam. Biliyorum, abartılacak bir şey yok. Fazla sürmese de çalıştım ama işte.
Ve sonra... evet, bilgisayarı açtım.
Ve birazdan tekrar kapatacağım. Ama bi tumblr'a bakıyım, nolur *-*
(Bi de gün içinde evde her canım sıkıldığında piyanoma koştum. Bu hafta etüdlerime iyi çalışmış olacağım.)

A, bu arada ruh halim düzeldi sanırım.

7. sınıftan beri Avril dinlerim. Artık pek fan'lık bir halim kalmadı ama yine de çoğu şarkısını ezbere bilirim, mp3üme koymaktan vazgeçemem. Bu grafiği yapmamın sebebiyse yeşil saçlarına bayılmam! (Ve tuhaf bir durum... "smile" şarkısının klibinin perde arkası asıl klipten daha hoştu. Aslında düşündüm de... tuhaf değilmiş ya.)
Eğer cesaret edebilirsem saçımın bir tutamına böyle absürd bi renk attırmak istiyorum. Ama maalesef bende böyle durma şansı yok. Siyah saç. Seviyorum siyah saçımı, varsın parlak renkler olmasın saçımda.

16 Eylül 2011 Cuma

asosyalim ben.

Asosyalim işte. Asosyalim. Asosyalim. Asosyalim. Bütün günümü bilgisayar başında geçirebilirim. Bütün gün bir kitap okuyabilirim ve kitap bittikten sonra bir yarım günde kitabın içinde yaşayabilirim. Yeni insanlarla kolay tanışamam. Cep telefonuma 1 hafta mesaj gelmediği olmuştur. Gerçekten arkadaşım diyebileceğim insanların sayısı çok değildir. Akşamları "yarın dışarı çıkacağım" ya da "şu arkadaşımla buluşacağım"desem de ertesi günü dizi izleyerek geçirebilirim. Bir zamanlar yine asosyal kimliğimi korumakla beraber, ders çalışırdım. O zamanları özlüyorum. Hatta o zamanlar çok daha asosyaldim çünkü derste öğretmenimden başkasını dinlemezdim. Evet, bana inek derlerdi, ne olmuş? Sınıfta bir kaç kişi (hakkımda ne düşündüklerini bilmiyorum ama) benden nefret ettiklerini söylerdi (tamam, bu çok eski, ilkokuldaydım o zaman. insanların nefret ettiği biri değilimdir normalde, cidden).
Bu ani patlama/dürtü nerden geldi bilmiyorum ama geldi işte, ben de yazıyorum.
Bu "mutluyum, yazmak istiyorum" anlarımdan biri değil malesef. Sinirliyim, ağlamak istiyorum ve gerçekten biraz nefes almaya ihtiyacım var sanırım.
Geçen sene bu zamanlardaki planlarıma göre şuanda çok mutlu olmalıydım. Neden mi? Çünkü çalışmış, yapabileceğinin en iyisi olmasa da uğraşmış biri olarak kendimi iyi hissetmeli, üniversiteli olmalı, bütün yazı arkadaşlarıyla geçirmiş olmalıydım. Bütün yaz kurslara gidecektim. Kendime boş vakit bırakmayacaktım, geçen senenin bütün stresini atacaktım.
Sanırım şu "bu olayı takmama" evrelerimi atlattım ve şimdi gerçekten hissetmem gerekenler kısmına geçiyorum. Bu aşamada en yakın arkadaşımın bana destek vermesini dilerdim ama maalesef kendisine ulaşılamıyor. İhtiyacım olduğunda arkadaşımı yanımda bulamamaktan nefret ediyorum. (bunu şimdiye kadar ona söylemedim niyeyse, belki bi dahaki sefere söylerim.) İşte bu yüzden hep bir kız kardeşim olsun istemişimdir. Ya da anlayışlı bir abi falan. Ama elimde iki şımarık erkek kardeş var. Bazen bu tür durumlarda yardımları dokunsa bile maalesef bunlar çok kısıtlı zamanlar. Geriye kalan vakitlerdeyse beni kötü hissettirmeye programlılar. Genetik kodları böyle, onların değişmesini ummaktan uzun zaman önce vazgeçtim.
Konudan konuya atlayarak kendimi kötü hissetmek için daha çok sebep buluyorum. Ve çok şaşırtıcıdır ki (!) bu konuda pek zorlanmıyorum. Sanırım yine duygusal bir krizdeyim ya da öyle bir şey işte.
Yarın dışarı çıkacağım. Cidden, bu sefer çıkacağım. Çok uzaklaşmasam da en azından yakınlarda takılırım. Sahile yakın bir yerde oturmamız iyi bir şey. Ve geri döndüğümde ilk iş olarak bilgisayarı ya da televizyonu açmayacağım. Belki kitap okurum. Daha iyisi ders çalışırım. Ve akşam olduğunda bunları yapıp yapmadığımı tekrar buraya yazacağım. (yarın aslında bugün. yani saat şuanda 2:45 de, o yüzden...)

Kendime aynı isimli iki farklı şarkı armağan etmek istiyorum. Smile! Biri McFLY ve diğeri de Avril'den.
Just remember the smile! Smile! Smile!


Mutlu olun!
2 saat gifin yüklenmesini beklemek mutlu olmama yardımcı olmasa da gifteki insanlar oluyor... o.o internetim hala yavaş da.
(ve yine gif bana ait değil. ruh halime yönelik gif hazırlamak için fazla üşengecim. ama belki bir gün onu da yaparım, kim bilir!)

mp3ümü açınca aralarına bi tane daha şarkı ekledim. M Signal - So Give Me a Smile // evet, bu heartstrings'ten ve o diziyle ilgili en sevdiğim şey müzikleriydi. Diziyi pek sevmedim. Sadece müzikleri tanıtmak için yapılmış uzun bir klip gibiydi.

12 Eylül 2011 Pazartesi

e-Bay!

İlk defa e-Bay'den sipariş verdim! Çok heyecanlıyım ve bir o kadar da korkuyorum ö.ö
Resmen bir sürü kırtasiye ıvır zıvırı aldım. Ama hiçbirinin eşini Türkiye'de bulabileceğimi sanmıyorum. Zaten satıcı da Güney Koreli. 2 hafta içinde gelecek paket sanırım. Zaten bir ara o kadar şeyin arasında kendimi kaybettim. Tarayıcımda milyon tane sekme açmıştım. Mantıklı düşüne düşüne elemeye çalıştım. Ama yine de babamdan çekiniyorum biraz. Önce sorsaydım daha iyi hissedecektim galiba... zaten online alışverişi de sevmiyor =_=
Dün kardeşimin öğretmeniyle konuştum biraz. Ders çalışmam, sınav temposuna girmem, nasıl ilerlemem gerektiği falan. Sanırım bu aldıklarım için bahanem de kendimi motive etmek için alıyor olmam. Bu kadar gereksiz ama aynı zamanda benim bu kadar hoşuma gidecek şeyleri almam nasıl bir etki oluşturacak merakla bekliyorum, hadi hayırlısı.


Hala aynı satıcıdan almak istediğim bir sürü ıvır zıvır olduğuna inanamıyorum. İnanmak istemiyorum. Canım sıkıldığından alışverişe veriyorum kendimi galiba. İmdat!
Merak edenler için alışveriş yaptığım satıcı: mid-century73
iyi, o zaman gitim ben.

not: gifler bana ait değildir.

9 Eylül 2011 Cuma

dizikolik #1

'İzlediğim dizileri blogda yazsam mı?' gibisinden çılgınca bir fikir aldı beni. Çılgınca olmasının sebebiyse, benim kendi çapımda bir dizikolik olmam ve izlediğim her şeyi düzenli olarak yazmak için yeterli derecede istikrarlı olmadığımı düşünmem. Buna tembelim de diyebiliriz, evet.

Bir kaç gündür Pride and Prejudice'ın '95 yapımı mini dizisini izlemeye çalışıyorum. "İzleme"nin yanındaki "çalışmak" kelimesinin nedeni de internetimin yavaşlığı... Torrentle indiriyorum ama bu yavaşlık öldürecek beni. Normalde, yani elimde 6 bölümün birden bilgisayarıma inmiş olduğu bir durumda, bir oturuşta hepsini izlemem ve diziyi arşivleyip, kafamda arkalarda bir yerlere doğru yollayarak beynimde dönüp durmasını engellemem lazım. Ama ne mümkün! Kaç gündür kafamda birileri ingiliz aksanıyla "indeed! indeed!" diye diye beynimin etini yedi. Peki kafama takılmasının sebebi hikayenin sonunu bilmemem mi? Alakası bile yok. Pride and Prejudice'la ilk kez 2005 yapımı olan filmiyle tanıştım, sonra kesmedi bir de kitabını okudum. '95 yapımını da merakımdan izliyorum. Mr.Darcy'nin Colin Firth versiyonunu merak ettim. Ama bana kalırsa 2005 filmini hiçbir versiyona değişmem.

Bir de geçenlerde "Lost In Austen"i izledim. 4 bölümlük bir mini diziydi. Pride and Prejudice'a ve Mr. Darcy'e takıntılı olan bir kadının kitabın dünyasına girmesi ve oraya sıkışıp kalması gibi bir şeydi. Şahsi görüşüm, hikayenin orjinalini katlettiği yönünde. Ama son sahneler her zaman beni tavlar, bunda da öyle oldu. Diziden hoşlanmamama rağmen son sahneye (ve arada bir kaç sahne daha) tav oldum. Ama...
Amanda Price karakterine hiç ısınamadım.
Jane hiç bir uyarlamada olmadığı kadar yıkıldı.(ne istiyorsunuz şu kızdan ya...)
Mr.Collins'in en iğrenç versiyonu buydu. Tamam diğerlerinde de hoş bir karakter değil ama ya gülüyorsun ya da en kötü ihtimal uyuz olursun. Ama bu resmen iğrençti.
Caroline Bingley... şey... neyse. o.Ô
Wickham'ı sempatik bi karaktere çevirmeleri hoşuma gitti.
Mr.Darcy'nin kararkterini iyi korumuş olmaları hoşuma gitti. Adam sevdi mi iş orda bitiyor ya, gerisi boş.
Dikkat, küçük yazılar spoiler içerir...
Lizzy ve Darcy birlikte olmayacaksa ne anladım ben o işten. Filmin mesajı, "çok isterseniz sizin de Darcy'niz olur" muydu yani? Hani Elizabeth yerine kimi koysalar Darcy ona mı aşık oluyor?

IMDb Puanları: 
1995: 9.2 23,900 kullanıcıdan
2005: 7.8 64,362 kullanıcıdan
Lost In Austen: 7.8 2,811 kullanıcıdan
Lost In Austen'e o puan fazla bence.


Karakterler:
1995 - 2005

Elizabeth Bennet
Photobucket Photobucket

Mr.Darcy
Photobucket Photobucket

Jane Bennet
Photobucket Photobucket

Mr.Bingley
Photobucket Photobucket

Mr.Wickham
Photobucket Photobucket

Georgiana Darcy
Photobucket Photobucket

Mr.Collins
Photobucket Photobucket

Mr. / Mrs.Bennet
PhotobucketPhotobucket PhotobucketPhotobucket
95'deki Mrs.Bennet'ın yüz ifadesi... haha.

Leydi Catherine
Photobucket Photobucket

Caroline Bingley
Photobucket Photobucket

Bütün karakterler için bunu yapamayacağım. Zaten sözünü etmeye değecek karakterler: Mary, Kitty, Lydia ve Charlote.

Jane ve Elizabeth'in kardeşliği 2005 yapımında çok iyi yansıtılmış. Gece yatmadan önce yorganın altındaki fısıldaşmaları çok hoştu.

Bu '95 Darcy'sinin yüzünde gördüğümüz ifade, Caroline Bingley'e lafı yapıştırmanın verdiği tatminden doğmuştur. (tamam, belki biraz da Elizabeth'i düşündüğündendir)
Kardeşinin aksine Mr.Bingley'nin bu kadar tatlı olması...

Lizzy'nin mimiklerine bayılıyorum.

Bu bakış... :D. Kız biliyor başına geleceği.

İşte her zaman göremeyeceğimiz bir şey, güler yüzlü Darcy.
Photobucket Photobucket
Islak Darcy adettendir. Eklemek lazım.
Photobucket Photobucket
Bu da Lost In Austen'den ıslak Darcy.
Photobucket


Hazır ısınmışken, bi kaç tane de avatar yaptım. :P



Her şeyi videolardan alıp, photoshoptan geçirerek kendimi aştım, bir daha da böyle bir işe zor kalkışırım. Ancak hakkında yazacağım şeyi çok seviyor olmam lazım. He, tabi ben bu işleri bitirene kadar aradan bir kaç gün geçti, o bölümler indi/izlendi. Yetmedi, 2005 versiyonu da indirildi, tekrar izlendi (sırf sahneleri alacağım diye indirdim u.u || Aslında bende orj. vcd'si var ama takılıyor o.o). Aslında karakterlere Lost In Austen'dekileri de eklemeyi düşünüyordum ama pes ettim. Kaç gündür yayıyorum bu işi içime dert oldu. Boşa geçircek çok vaktim var, fazla geliyor artık.

Kendime işkence çektirmekten hoşlanırım. Sık sık yaptığım bir etkinliktir. Evet. (u.u)

vöh! Bitti! ö.ö

not. bu gif bana ait değildir.