30 Temmuz 2011 Cumartesi

tercihen.


Küçük bir Photoshop kaçamağından yandaki şey çıktı. Şu sağ alttaki kare brushı yeni yaptım. Sevdim aslında. Küçük, sade... Avatarlarda imza niyetine koyabilirim belki. Brushın şeklinin de müsaitliğinden gif yapasım geldi. Yılan oyununu anımsattı biraz gifin hareketi :). Zaten gif dışında da pek numarası yok  :D iyice uzaklaşmışım PSden.

Sıkıldım, bunaldım... Bir yandan tercih dönemi, bir yandan İstanbul'un bu nemli, yapış yapış sıcağı. Seneye tekrar hazırlanma durumunu kabul ettiremedim bizimkilere... Ama benim kafamda o var. Kolay kolay da çıkmayacak kafamdan.
Bir kere kesinlikle Mimarlık istiyorum. Şehir dışı istemiyorum. Dandik bir özel üni. de istemiyorum. Paralı okumayı hiç yediremiyorum. O küçük serveti okula ödemektense 1 sene daha dershane masrefı çıkartırım sadece. Niye %75 burslu seçeneği yok ki?! Neyse ya böylesi daha iyi belki de. Özelde okumanın bir sürü dez avantajı da var zaten. Devlette okumanın da var tabi, napalım eğitim sistemimiz bu kadar işte.
2 tane özel üni.ye bakmaya gittim dün ve bugün. Dün Bahçeşehir Üni.ye gittim. Anlattılar, gösterdiler mekanları falan vs. vs. elime de bi tanıtım paketi veriverdiler. Böyle biraz büyükçe karton bi paket, resim çantası gibi. Dönerken baktım içine. Tanıtım kataloğu, not defteri, uçlu kalem... Normal? derken yanlarında bir de anahtarlığa benzer bir şey. Metal bir kutunun içine koymuşlar. Niye? Çünkü o anahtar değil. 2GB flash disk! Başta şaka gibi geldi. Ama cidden içinde de ne bi tanıtım videosu ne başka bi şey. Mis gibi flash disk. :D Tabi üzerinde Bahçeşehir Üni. logosuyla. Aslında akıllıca, baksana ben bile reklamlarını yapıyor oldum şuanda :D. Kampüsün yeri harika zaten. Beşiktaş'ta, denize sıfır. Ama bahçeye dair bi şeyi yok ya. Ben yeşillik severim abi! :D
Ahh ahh... Çapa gibi bi yeri zor bulurum bi daha. Özledim okulumu şimdiden be. Gittiğim iki üni.de de tavanlar çok alçak, basık geldi. Okul ortamında alıştım tabi 7 metre yüksekteki tavana, basık geliyo başka yerler. Yok, yok, benim seneye kasıp İTÜ Mimarlığa girmem lazım. Peki bu sene bilmiyordum da mı kasmadım? Hayır, tamamen salaklığımdan, van handırt pörsent. Nasıl bir çalışma (aslında çalışmama) dönemi geçirdiğime inanamıyorum :D. İzlemediğim kadar Kore dizisi izledim lan :D. Ama şu da bir gerçek ki, sabrım yetmiyordu artık çalışmaya. Masanın başında durmaya bile... Son zamanlarda zaten kafam masayla bütünleşti. Bazen bilinçli, bazen bilinçsizce... (Ya kafamı vuracak bi yer lazımdı ya da uyuyacak.)
Neyse işte. Arkadaşlardan seneye hazırlanmayı düşünen kişi sayısı da baya artışta zaten. Fazla mı idealist davranıyoruz? Ama söz konusu hayatını nasıl geçireceğini büyük ölçüde etkileyecek olan mesleğin olunca, biraz idealist davranmak gerekir heralde.
Kafam bulanık. Canım sıkkın. Edit/çeviri işlerini sürekli ertelemekteyim. Sıcak ve nemden her tarafım yapış yapış. Budur işte.

Şunu izleyelim de neşemizi bulalım bari. :)) Ladies and gentlemen, Hugh Jackman and Neil Patrick Harris'on'!



Bu sunuculuk işini nasıl ciddiye aldıklarına ve hazırladıkları şovlara hayranım...
"Stick with me kido." :D
P.S.: 2:48'de ne söylediklerini anlayan varsa söyleyebilir mi?

21 Temmuz 2011 Perşembe

Ee daha daha nasılız?

Sonuçlar açıklandı. Tahmin ettiğim felaketle yüz yüze geldim. Ne diyim ki? Kendim ettim, kendim buldum işte. Aslında pişman olmam gerekir ama pek değilim. Daha çok çalışamadım işte. Kapasitem bu. İçim almıyor daha fazlasını. Artık önümüzde tercih zamanı var. Mimarlık yazacağım sadece ama İstanbul'da sadece. Yerleşirsem, ne ala. Yerleşemezsem de dünyanın sonu değil ya. Tabi üzülürüm, 1 sene fena stres çekerim yine ama istemediğim bir bölümde okumaya çalışarak işkence çekmekten iyidir. Bakalım kendimi o psikolojik duruma hazır da hissetmiyorum ama kısmet.
Anadolu öğretmen lisesinde okuduğum için de ek puan durumu ayrı bir kafa karıştırıyor zaten. MF1 puan türünde ek puansız 5 haneli bir sıradayken, ek puanlı 4 haneli bir sırada oluyorum. Sınav sonucumla ilgili de en fazla bunu yazabilirim. :D


Çok iyi sonuçları olan arkadaşlarım var, maşşallah. Herkes için hayırlısı...

Neyse öyle işte...
Mavi aşkını paylaştığımız arkadaşıma gelsin bu fotoğraf :D. Boncuk onun hediyesi :)).
Vay canına photobucket'e yüklediğim 1000. dosya olmuş bu. :D

Canımın sıkıldığı şu aralar değişim manyağı oluyorum. Bir şeyleri değiştirmek her zaman hoşuma gitmiş ve beni rahatlatmıştır. Bu yüzden geçenlerde saçıma kahkül kestim. Gece gece yine ayaktaydım, canım sıkılıyordu ve yakılarda da makas vardı. Oldu işte :D. Ama sevdim kahküllerimi. Biraz uzunlar, kısa kesmeye cesaret etmedim. Biraz uzayınca perçeme dönecekler ama ben kahkülden hevesimi almış olacağım, iyi yani böyle ;).

Ve son değişimi de odamda yaptım, yine. Masam IKEAdan. Kitaplık yanına ek bir parça monte edip masa oluyor, onlardan...dı. Masa olan kısmının artık vadesi dolmuştu. Bir şekilde üstünde fazla bir yük taşıdı diyelim. O zamandan beri gıcırdıyordu. Üzerine kolumu dayasam ses çıkıyordu. ben de en sonunda masa olan parçaları söktüm. Dikdörtgen şeklindeki kitaplığımı yan yatırdım ve şimdi onun üstü masa görevi görmekte :D. Masam yok. Ama bir yandan da odam ferahladı. Piyanom kapının ağzında durmaktan kurtuldu. :D Şimdilik halimden memnunum. Sonrasına bakarız artık.
Tabi bunları yaparken hem sıcaktan hem yorgunluktan bittim. Pıtır pıtır ter oldu her tarafım. 2 tane sıkı vidayı açmam için uygun alet yoktu. Pense de bulamadım. Boncuklarla uğraştığım fi tarihinden kalma kargaburnuyla ellerimi acıta acıta açtım o vidaları. Başta çok inat ettiler ama azmin zaferi! :D :D

Neyse hadi ben müzik dinleyip kendimi iyi hissedeyim. Zor bi gün sayılırdı.

"These feelings I can't shake no more
These feelings are running out the door
I can feel it falling down
And I'm not coming back around
These feelings I can't take no more
This emptiness in the bottom drawer
It's getting harder to pretend
And I'm not coming back around again

Remember when...
"  ~


Süpriz, McFly'ın şarkısı değil. Bu sefer Avril. :)

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Tesadüf.


Evet, sonunda ben de izledim.
Topluluğun zıttına hareket etmeyi çok seviyorum bazen. Bazen de inadım tutuyor. Bu sefer inat söz konusu. :P
Vizyondayken izleyecektim ama malum sınava hazırlanıyordum bir türlü programımıza uydurup gidemedik. Ve okuldan bir arkadaş  hiç yapmaması gereken bir şey yaptı. Sonunu söyledi! Anlatmadı tam olarak, sadece 1 cümle söyledi, iki kelime. Bu şekilde olacağı hiç aklıma gelmemişti. Yüzüm yeni yeni kurudu, göz yaşlarımın tuzu yakıyor suratımı.
Neyse daha sonra başka bir arkadaşımla gezerken D&R da gördüm DVDsini. Ama sonunu söylediler ya, Mehmet Günsür'ü izlemek için içim gitse de, izleyesim gelmiyor filmi. Daha sonra yine gezerken bu sefer İnkılap'ta VCDsini gördüm. Malum VCDlerin fiyatı daha uygun, film "al beni al beni" diyor. Ama yok, bu sefer inada bindi, almadım.

Ama işte sonunda izledim. Hem de sınavların açıklanacağı gün. :D Bugün saat 14.00'te sınavların açıklanacağı söylendi. Ve bu film sağolsun bendeki göz yaşları tükendi. Tesadüf mü? asdfsdf :D
İnşallah sonuç beni çok mutsuz etmez ama etse de fazla üzülebileceğimi sanmıyorum. Günlük ağlama kotamı doldurdum gibi. Ama hala bir film açıp tekrar ağlayabilme kapasitesine de sahibim. Aslında, kapasite değil. Kendime engel olamıyorum. İzlerken film/dizideki duyguya çok kaptırıyorum. Bu yüzden genelde duygusal şeyleri yanlız izlerim :D. Annem de benim bu kaptırma olaylarıyla hep dalga geçer. Komedi izlerken bile kendimi kaptırıp aşırı gülüyormuşum. Bence o kadar değil ya. Ama olsun bu şekilde izlemeyi seviyorum.

Oh! Atlattım duygusal karmaşayı. Bir şeyler yazmak iyi geldi. Filmi daha çok düşünüp üzülmemem lazım.
Zaten dün gece de Becoming Jane'i izleyip fena olmuştum. Filmi 2. kere izliyordum ama bu bir şey farkettirmedi. Televizyonu kapattığımda suratım yine ıslaktı.

Hani filmin bir kaç farklı posteri var ya. Ben bu yukarıdakini seviyorum. Yazıya başlamadan önce bu posteri koyayım dedim, gugıl amca biraz gıcıklık etti. Neyse yine de çok aramış sayılmam. Buldum, koydum, muradıma erdim :P.

Gidip soundtrackini de alacağım. Filmin müziklerini abarttıklarını zannediyordum. Ama muhteşemdi!  O kadar güzeller ve o kadar iyi kullanılmışlar ki. Kısacası film beni enkaz etti, sümüklü peçetem karşımda bana el sallıyor ve gözlerim uyumamı söylüyor.

Olamaz mı... Olabilir. ~

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Deneme bir ki...

Deneme, deneme bir ki... PS'm çalışıyor mu?



Sevdiğim bir şeye uzun süre ara vermekten nefret ediyorum. Tekrar nasıl başlayacağımı şaşırıyorum. Başladığımda doğru mu yapıyorum, iyi mi yapıyorum bir türlü bilemiyorum. Farklı oluyor, eskisi gibi olmuyor. :/
Tamam, olmamış işte. Ama yine de koyuyorum tabi ki, kim karışır ben yaptım :P.
2 tane brush kullandım ve maalesef nerden aldığımı hatırlamıyorum. Fotoğrafı da... Ama Texture: ...tamam onu da bulamadım. Buna başlayıp yarım bırakmıştım, yeni tamamladım. -_-" (bulursam ve unutmazsam yazarım inş.)



Evet, hala converselerimi çok seviyorum. Yetmiyor, fotoğraflarını çekmeyi de seviyorum. N'olmuş yani?
Gif yapmak hala uğraştırıcı... Ama güzel ya, sevdim. Belki de gif üzerinden devam ederim. Sammy~



Hadi ben de gittim.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Lise Mezunu

Geçenlerde mezun oldum ben ya...


4 senedir çektiğim o yolu bir daha gitmeyecek olmam,
O mor gömlekle o daracık sıralarda bir daha oturmayacak olmam güzel bir şey gibi geliyor kulağa aslında ama bana o kadar da iyi hissettirmiyor.
Bu küçük mecburiyetlerin hayatımdan çıkmasıyla -en azından şimdilik- doldurulamayacak bir boşluk doğuyor sanki.
Ne kadar istersek isteyelim, bir daha aynı olmayacak.
Elimizde kalan hatırası olan bir kaç eşya, anılar ve yıllık... bitti...


Arkadaşımla yaptığımız gezinin yazısındaki fotoğraflarla boğuşmaktan bu yazıyı ertelemiştim. Tatile çıktık, geldik (5 gün) ancak açtım blogu.
Tatil desen, benim için adı pek 'tatil' değildi. Daha çok 'yazlık beldede işkence çekmece' gibi bir şeydi. Sıcak beni mahvetti. Otelde kalmadık, ev kiraladık. Allah rızası için biri düşünüp de klima, hadi lükse kaçmayalım, vantilatör koymaz mı? Güya eşyalı tuttuk evi. Televizyonu bile sökmüşler. Asma yeri kalmış duvarda. İyi kazık yedik yani. O paraya hiç değmezdi bence.
Hadi evi geçtik, denizde eğlenen eğlendi. Ama benim küçük sorunum şu ki; ben denize girmeyi sevmiyorum. Hayır, yüzme biliyorum. Başka nedenlerim var (u.u).
Ama neyse bu tatile çıkmaya değecek bir şey yaşadım en azından. 
Jet Ski!
Müthiş bir eğlenceydi. Ama biraz da tuzlu... ^^"
Babamla bindik, önce ben kullandım sonra o. Denizde tam gaz gitmek harikaydı :D
Böyle suyun üstünde fazla hız yapınca hopluyorsun falan. Bi kaç kere savurdum babamı, Allah'tan düşmedi :D.
Acemi şöför işte nerde olsa kendini belli ediyor. :D
Maalesef elimde fotoğraf yok. Kalabalık plaja elimde fotoğraf makinesiyle gidince insanlar tuhaf tuhaf bakar diye almadım. :/
Bi daha binmek istiyorum!

5 Temmuz 2011 Salı

Tabana kuvvet.

Güya yüzyıl önce yazacaktım sınav günü arkadaşımla yaptığımız geziyi... Üşengeçlik işte, başka bir şey değil.
Dikkat: Bol fotoğraflı gönderi. :D Fotoğrafları daha büyük görmek için üzerlerine tıklayın.

Sayısal olarak son sınavımıza girmiştik 26 haziran 2011 pazar günü. LYS - Fen Bilimleri.
Sınavdan çıkışta, sınav nasıl geçmiş olursa olsun, hangi ruh halinde olacağımız belliydi. "Oh be! BİTTİ!" :D
Biz de sınav gününe planımızı yaptık. Elimizde fotoğraf makineleriyle vurduk kendimizi yollara :D. Rotamız tam olarak belli değildi, sadece aklımıza estiği gibi gezmek istedik. Arkadaşımın "sora sora Bağdat..." sloganıyla çıktık yola. İlk durak Pierre Loti.
Allah'tan metrobüste okuldan bir arkadaşım ve annesiyle karşılaştık ve ana hatlarıyla öğrenmiş olduk nasıl gideceğimizi. Metrobüsün Ayvansaray durağı başlangıç oldu.

Durağın yanında bi kaç çocuk uçurtma uçuruyordu. Arkadaşım da onlarla uçurmayı denedi. Ama maalesef bu görüntü onun denemelerinden değil... Rüzgar yüzünden tabi ki de canım.

Neyse işte, Ayvansaray'dan sora sora yönümüzü çevirdik Eyüp Camii'ne. Arada bi de feshaneye uğradık kıyısından. Küçükken lunaparktan çok feshaneye gittiğimi hatırlıyorum. Eğlenirdik üç kardeş, 3-5 oyuncaklık jeton kotamızla :). (oyuncakların fotoğrafını çekmedim, sadece manzara var elimde)


Eyüp Camii'ye gittik, kuşsuz olmaz :D.

Pazar günü teleferik kuyruğundan kaçınnnn! Zaten kuyruk uzunsa anlayın ki yukarı çıktığınızda da güzel manzaralı masa olmayacak. Ve bir limonataya 4 lira vereceksiniz (bardak büyük değil ve limonata da naneli değil.)

Yine de güzel manzara (:

Limonataları içtik ve bu sefer daha kısa olan teleferik kuyruğuna girdik. Eyüp'e döndük ve artık yola devam etme vakti. Ortaköy'den başlayıp, Eminönü'ne kadar gezmeyi planlıyorduk. Ama şunu öğrendik ki, Ortaköy'den Eminönü'ne doğru tur atmak istiyorsan önce Pierre Loti'ye uğramayacaksın. Ortaköy'e otobüs yoktu. Eminönü vardı. Ve Galata'ya uğramak istediğimiz için de bunun anlamı, yokuş inmeyi planlarken, yokuş çıkmak zorundaydık. Napalım dedik. Atladık Eminönü otobüsüne.

Ara sokak gibi yerlerde dolaştık. Pazar gibi tezgahlar falan vardı. Meraktan yürüdük de yürüdük. Sonra bir de Mısır Çarşısı'na girelim dedik gelmişken.

Biraz lokum aldık, balık ekmeğin üstüne tatlı niyetine yeriz dedik. Çarşının çıkışında yine ara sokaklar vardı, pazar gibi. Dolandık, dolandık... Sonra çıkalım diye bir sokağa saptık. Etraf tenhalaştı, tam kaybolduk mu derken caddeye ulaştık. Tekrar yolumuza devam edelim diye çarşıya girdiğimiz yere döndük :D.

Galata kulesi bizi çağırıyor...


Ama karnımız aç. Önce balık ekmek. Her zamanki gibi en kılçıklısından... Uzaktan canımız çekiyor ama sonra da pişman oluyoruz yerken. Neden bu kadar kılçıklı?
Neyse, çok şükür karnımız da doyduktan sonra, elimizde lokumlar balıkçıların dizildiği köprüye yöneldik.

Arkadaşım balıkçı amcalardan birinin oltasını devralıp acemi şansını denemek istedi :D. Maalesef ellerimiz boş kaldı. Arkadaşımla balıkçı amca sohbet ederken ben de aralarından bir Eminönü manzarası alayım dedim.

Yokuş işkencesi başlıyor! Çıkarken bacağım çok kötü oldu. Ne olduğunu ben de anlamadım ama bi ara basamadım üstüne. Kenara geçip biraz oturalım dedik. Bi turist geldi durdu önümüzde. Bizim gibi o da sora sora gezenlerden. Ve tek bir soruyla bütün İngilizcem yerle bir oldu. "Golden Horn?". Hatırlamıyorum! İkimiz de bilmiyoruz, cahil cahil baktık adama. Tek cevabımız "I don't know.". Aklıma takıldı neresiydi diye. Hayır, hatırlıyorum ismi duyduğumu ama neresiydi? Açtım telefondan internetten baktım ki -.- Haliç. Bir daha da unutmam herhalde...

Neyse yola devam, daha yolun başındaydı bu olay :D Hani çok uzun bi mesafe değil ama çok dik o yokuş ya. Bi teleferik de oraya yapsalar... :P Göründü, göründü! Kule göründü.

Her ne kadar bacaklarımın durumu pek parlak olmasa da, daha önce hiç çıkmadığım için kuleye çıkmak istiyordum. Ama kendime işkence etmek için beklemem gereken kuyruğu görünce vazgeçtik :D. Pazar günü de her taraf insan kaynıyor ya.
Bir kaç fotoğraf çekip yola devam ettik.

Yukarıdaki fotoğrafı çektiğim yerden arkamı bir döndüm ki... Mis gibi kokan (ama maalesef biraz solmuş) çiçekleri gördüm. *-* Duvarı kaplamışlardı.
Öhm... Neyse. Yolumuza İstiklal'den devam ettik. Ve İstiklal Caddesi'ne girer girmez, burada hiç bahsetmek istemediğim, bir kalabalıkla burun buruna geldik. Gösteri de varmış bugün. Bir o eksikti.
Gösteriyi izlemeyenlerin oluşturduğu, ancak çift sıra halinde yürünebilen bir açıklık *-*. Göstericilerin sonuna kadar zor attık kendimizi. O sırada arkadaşıma göstermek istediğim dükkanı da rahat rahat güzel bir İstiklal fotoğrafı şansını da kaçırdım. Elimde bu var sadece...

Yeni hedef: Gün batmadan Ortaköy.

Fünikülerle Taksim'den Kabataşa geçtikten sonra biraz daha yürüdük. Yürüdük. Yürüdük.
Ve bu saat kulesini eklemişken gezimizle ilgili aklımızdan tamamen çıkmış olan küçük ayrıntıyı eklemeden edemeyeceğim. Biz gün batımında Ortaköy falan diyoruz da, gün battıktan sonra saat kaç oluyor? İşte bu kısmı atladık. Arkadaşımın eve gidebilmesi için önce bizim evin oraya dönmemiz, sonra da onun otobüse binmesi gerekiyor. Peki bilin bakalım kimin son otobüsüne yetişmemizin imkanı yok?
Neyse işte bu saat olayı tamamen aklımızdan çıkmış. Babam sağolsun, bıraktık arkadaşımı evine kadar. Malum hala sınavzede kontenjanındayız, olur böyle şeyler :D.

Evet ne yapıyorduk en son? heh, yürüyorduk. Tabi bir yerde pes ettik artık, otobüse bindik. Ama o nasıl bir tırafik? Nasıl bir yavaşlık? Kaldırımda yürüyerek gidenler bizden önce varacaklar. Ama yine de biraz sabrettik otobüste, bacaklarımız tekrar bir hissetsin diye bekledik. Gerçi bunu bekleyen sadece bendim sanırım, arkadaşım bir şeyi olmadığını iddia ediyordu :). Neyse sonra dayanamadık indik, tabana kuvvet devam!
Ben artık bi yerden sonra düşüp kalacağım sandım. Bünye alışık değil böyle bütün günü aktif geçirmeye.
Ama ben kendimi asvalta bırakmadan vardık Ortaköy'e, şükür.

Ve günün sondan bir önceki kötü haberi. (Sonuncusu otobüs olayıydı.) Ortaköy cami restore ediliyor. Yani tabi bu iyi bir şey ama :D. Biz istediğimiz fotoğrafı alamadık. Cami, önündeki mavi iskelelerle birlikte işte böyle poz verdi...

Ve bitti... :)
Tüm fotoğraflar şahsıma aittir ve biraz Photoshop'a maruz kaldıktan sonra buraya eklenmiştir. ;)

P.S.- Bu yazıyı taslak olarak kaç kere bıraktığımı unuttum artık, gecikme için 'arkadaşım'dan özür dilerim. Biliyorsun işte... Üşengeçlik :D. Yazamadığım, atladığım bir kaç küçük şey için affına sığınıyorum :)