29 Haziran 2010 Salı

Action

Tekrar ps manyağı oldum sanırım. Gece gece action yapacağım tuttu. o.ô Bundan sonra yaptığım actionları buraya koyayım dedim. Bu da başlangıç olsun.



Resimdeki brushlar: InvisibleSnow ve Moargh
Evet, bundan sonra emeğe saygı u.u. Ne kullandıysam, kiminse belirteceğim. Bu yüzden de arşivimin düzenli kalması gerekiyor. ^^" Biraz zor olacak gibi.

Bu arada blogda birşeyin eksikliği batmaya başladı bana. Etiket. Yazılarımı etiketlemiyorum hiç. Bir ara hepsini birden elden geçirmeyi düşünüyorum...

bebe.

Büyüdüğü halde hala bebe bisküvisi yiyen var mı? Ben çok severim. Sütle, çayla falan çok iyi gidiyor :D. Tavsiye ederim u.u
Bizde özellikle küçük kardeşim çok sever -küçük dediysem bebek değil aramızda 3 yaş var. Bugün yine almış dayanamadım yedim. Daha doğrusu içtim aslında. Yıllardır yediğimiz için yöntem geliştirdik artık xD. Evdeki en büyük bardakları alıyoruz, içine koyuyoruz bisküvileri, sonra sütü döküyoruz üstüne -bütün bisküvilerin ıslanmasına özen göstererek u.u- vee karıştırıyoruz bir güzel. Yummy~ (Evet, bir bardak da bunu yazarken bitirdim x))

House 1. sezon bitti.~♥  İzle izle moronlaştım gibi hissediyorum. Yine 6 bölüm birden izledim -büyük ekranda. Bilgisayarda deli gibi dizi veya anime izlerken -yani ara vermeden önce- daha çok izleyebiliyordum sanki. Ara vermeden izle babam izle. Yaşlandım mı ne o.ô?

Ps'ye dönüş yaptım. Aslında daha çok bilgisayar bağımlılığıma dönüş yaptım da denilebilir. (Kısa bir ara oldu ama :D) Day'cik sağolsun, sayesinde texture kaynaklarımı karıştırırken tekrar birşeyler yapasım geldi ve bütün gün aklımda "ps açsam mı" düşüncesiyle dolanmaya başladım tekrar.

Geçen gün pas atmak için yaptığım bir-iki ıvır zıvır...




Photobucket Photobucket Photobucket
Photobucket Photobucket

28 Haziran 2010 Pazartesi

converse'lerim... üü.

Ayakkabılarımı çalmışlar T^T. 4 katlı bir apartmanın en üst katında oturuyoruz. Apartmanın demir kapısını kim size açtı da girdiniz topladınız o ayakkabıları ya. Bizim evde benden 1 çift converse (son aldıklarımdı onlar ya ne istediniz benim kirli yırtık (tam yırtık olmasa da) converselerimden T^T) annemin de 1 çift spor ayakkabısı gitmiş. Ya onları aldığımdan beri eve geldiğimde hep içeri alırdım. Almayacağım tuttu. Üşendim mi unuttum mu hatırlamıyorum. Üstelik tam da ertesi gün beyazlarını çamaşır suyuyla temizleme planları yapıyordum. Böhüüü~ T^T.

 Karnım ağrıyor. Normalde bugün dışarı çıkma planı yapıyordum ama çıkamayacağım anlaşılan. Üşüttüm galiba ya. Birkaç gündür geceleri, sabaha doğru falan üşüdüğümü hissediyorum. Uyandığımda zaten sırtım açıkta (eğer öğlen vakti uyanmadıysam) nerdeyse buz gibi, boğazımda da bir soğukluk hissediyorum. Biraz da öksürme var sanırım ama onun nedeninden emin değilim. Ya hadi kışı anladım da, yazın hasta olmayı nasıl beceriyorum ben acaba. Zaten bir baş ağrısını bir de karın ağrısını çekemem. Kolum bacağım falan ağrısa gene çıkardım bugün heralde ama karın ve baş dayanılmaz benim için... Dışarı da kendime doğru düzgün küpe almak için çıkacaktım. Kulaklarım yara oldu, olacak. İyileşmesi için doğru düzgün küpeye ihtiyacım var. Bir de kulağımda 3 delik var. 2 tanesi yetmiyordu sanki. Ergeniz ya illa macera arayacağız. =.= (böyle dediğime bakmayın aslında seviyorum 3. deliğimi de ya :D)

Madem çıkmıyorum dışarı bari daha önce çıktığımda çektiğim fotoğraflardan koyayım. Fotoğraf çekmeyi çok severim. Ama ciddi olarak ilgilenmiyorum maalesef. (Piyanodan sonra bir de fotoğraf makinesi diyeyim de babama öldürsün beni.) Zaten öyle pek bir kabiliyetim de var denemez. Seviyorum sadece. Fotoğraflar da -çoğunlukla- benim cep telefonundan (aşağıdakilerin hepsi telefondan.) ya da bizim 5 mp'lik emektardan. (emektar? o.Ô neyse) Zamanında almışken iyisini alalım diyip böyle teknolojik aletlere verirsiniz ya parayı. Tabi bir kaç ay sonra teknolojide bir fırlamayla sizin makine külüstür gibi kalır. (Gene de iyidir aslında bizimki ya severim ben. Zaten ben sıkıştırmıştım alalım diye.) Günümüzde onu aldığımız fiyata ne yüksek mp'li, ne ince makineleri görürüm de içim içimi yer. x). Neyse ya çok uzun oldu bu olaya giriş paragrafı be. ô.Ô

Sadece boyutlarıyla oynayacağım diye açtım ps'yi güya. Ama azıcık dokunmadan duramadım. (:



Bunlar gittiğimiz piknikten.


Bu da ben kurabiye yaparken. :D Bu yeşil kabı çok severim. Kurabiye hamurunu karıştırırken de canım fotoğrafını çekmek istemişti.

25 Haziran 2010 Cuma

Oda'm!

Panik yapmayın. Yanda görmüş olduğunuz bir oda, ama düzeltildi. (canım çıktı düzeltene kadar). En çok vaktini odasında geçirmeyi, odasını değiştirmeyi, odasına yeni şeyler almayı seven ben yine tutkularımın kurbanı oldum. xD.
Sabahleyin sadece etraftaki dağınıklığı düzeltmek, kitapları düzenlemek, gereksiz şeyleri atmak vs. sebeplerden ötürü odamı düzenleme işine giriştim. Zaten sürekli aklımda olan düşüncelerse, beni rahat bırakmayıp kafamda uçuşmaya başladılar yine. Mutlu hissetmem için, bulunduğum ortamın (eğer kafamda bir değişiklik varsa) kafamdaki gibi olmasını isterim. Öyle olunca daha rahat ve huzurlu hissediyorum. Ve sanki eşyaların yerini değiştirmek bana enerji veriyor. Evet sadece zevk de değil, enerji veriyormuş gibi hissediyorum. Herneyse işte. Aldım elime kalem kağıdı, hopladım yatağımın üstüne ve taslak çizmeye başladım. Ve taslağı çizerkende bir elimde mertre, bir elimde kalem, sürekli yerimden fırlayıp eşyaların, odanın ölçüsünü alıyorum. Yanlız odanın eninin ölçüsünü almamıştım ve 3 metre olarak biliyordum. (babam öyle söylemişti.) Ve ben akıllının çizdiği taslağa göre eğer yatağım fotoğraftaki şekli yerine onun 90 derece dik konumunda olsaydı, sağ tarafta bulunan (fotoğrafta görünmeyen) dolabımın kapakları da açılabilecekti. Ve yine ben akıllı odanın enini 3 m kabul edip, hiç tekrar ölçü alma gereği duymadan yatağımı çevirmeye başladım. Daha rahat çevirebilmek için de yatak başlığını çıkarttım. (fotoğrafta o yüzden yatağın ayakucunda duruyor.) Herneyse sonuç olarak ölçüm yapmadan, odanın eninin 3 metreden az olduğunu nasıl bulacağımı görmüş oldum.
Sonra odayı başka nasıl değiştirebilirim derken, yatağı tekrar düzledim, ortaya çektim, yanına piyanoyu ittim vs. baya bir iş çıkarttım kendime kısacası. Ve asıl işkence geliyor. Hepsini tekrar düzelttim. Ama o yatak başlığı var ya... Öldürdü beni. Tam olarak kucaklayamıyordum ve dolayısıyla tek başıma kaldırmak da zor oluyordu. Ama sonuç... zafer!
(Bu arada ben odamda bu dolapları döndürürken kapı kilitliydi, ve kimsenin haberi yoktu. Kapıyı açtığımda da hepsini eski haline çevirmiştim. x))
Aklınızda odamın bu hali kalmasın. Normal halini de koyayım bari...
Bütün bu maceradan sonra, bari kilo vermiş olayım diyorum. O kadar eşyayı ittirdim, kaldırdım. Ama maalesef odamı düzeltmek bunlarla bitmedi. Akşama kadar, hatta ne akşamı ya gece, koltuğumun bazasındaki eski ders kitaplarını, okuma kitaplarını falan ayıklayıp yerleştirdim. Bir de eski ve işe yaramayacaklarını bildiğim halde atamadığım eşyalarım vardır. Bu huyumdan nefret ederim. İşine yaramıyorsa at şunu gitsin di mi? Bu yüzden de elime gelen çoğu şeyle oyalanırım ve toparlama işi de acayip uzar.
Pff, bu işlerden sonra gene bu saate kadar da film izleyip, blog yazmış oldum. Ahhh... Başladı yine benim bilgisayar başında sabahlama günlerim galiba.
Neyse artık, yorgun düştüm sanırım. (Bu saate kadar da öğle sularında uyandığım için uyanık kalabildim.) Uyuyup biraz dinlensem iyi olur... Sanırım kemiklerim sızlamaya başladı...

~Bu arada ortalama yükseltme sınavları için de başvuru süresi dolmuş oldu dün. Tahmin etmek zor olmasa gerek, başvurmadım. Notumu düşürmekten korktum biraz. Ve de tatile girmişken hiç kitap açacak motivasyonum yoktu zaten.

23 Haziran 2010 Çarşamba

bip.

Evet, aklıma yine başlık gelmedi ^^"
Önceki postu gönderdikten sonra açtım photoshopu. =o= Bu yandaki şey çıktı ortaya sonunda. (eleştirilere açığım, şahsen ben de pek beğenmedim.) Texture dosyalarını ayıklamaya yine üşendiğim için kullanmadım ama şunu farkettim ki texturelerimi özledim ben ya üü.
Ve bu arada kullanıcı adımı değiştirdim. Aslında pek değiştirdim sayılmaz sadece çevirdim.
hotaru - firefly - ateşböceği
japonca - ingilizce - türkçe
Böyle bir şey işte. Bu aralar firefly hoşuma gitmeye başladı. Ama blogun adını değiştirmeyi pek düşünmüyorum. Hotaru kalsın o. Gündüz bir türlü kendime gelemediğim ve sürekli uyuduğum için şimdi uykum gelmiyor. Ama biraz daha bilgisayar başında kalırsam, sabahlarım burda. Sonra sabah babana yakalan, bir sürü fırça ye, sonra tam da uykun gelmiş, mayışık kıvamdayken kahvaltıyı sana hazırlatsın. Yok ben almayayım. x)

House M.D.

(Avatar bana ait değil. -kime ait olduğunu da bilmiyorum ^^"- Sadece üzerinde birkaç küçük ayar yapıp boyutunu küçülttüm.) House'a başladım. (sonunda...) Harika bir dizi -bence-. Tıp, bugüne kadar hiç ilgimi çekmese de bu diziyi izlemek çok keyifli geliyor. (ama hala tıp okumak ilgimi çekmiyor.) Bir kaç gün önce annemle beraber başladık izlemeye. Annem -her zaman yaptığı gibi- baştan sona kadar yerinde durup izleyemese de beraber izlediğimiz diğer dizi/filmlere kıyasla bu daha çok ilgisini çekti sanırım. Bir oturuşta ilk 6 bölümünü izledik. Üstelik bölümlerden arada kaçırdığın olsa da hikayeyi takip etmekte zorlanmadığın için tam annemin izleyebileceği bir dizi. (bir diziyi kaçırıp anlamadığı önceki bölümlere ait şeyleri diziyi izlerken tam ortasında sormasında nefret ederim. Hele de altyazı takip ediyorsam cevaplarım çok sert olur (istemeden ^^").

İşte vikiden alıntısı:
"Dr. Gregory House, New Jersey'deki Princeton-Plainsboro Hastanesi'nin Tıbbi Tanı Uzmanlığı Departmanı'nın başındaki doktordur. Kendini aşırı beğenmesi, takıntılı davranışları, insanları önemsememesi ve boşvermişlik gibi özelliklerine rağmen ünü dört bir yana yayılmış müthiş biridir. Uzmanlık alanı, bulaşıcı hastalıklardır (intaniye). Hiç kimsenin tanı koyamadığı hastalara bir bakışta tanı koyarak onların hayatlarını kurtarmaktadır. Hastalarla, zorunlu kalmadıkça doğrudan temasa geçmemeyi tercih eder, ancak ekibindeki doktorların psikolojilerini de sürekli olarak bozmaktadır. Ekibinde yer alan doktorlar; Dr. Eric Foreman (nörolog, sinir sistemi uzmanı), Dr. Robert Chase (kardiyoloji ve yoğun bakım uzmanı) ve Dr. Allison Cameron (immünolog, bağışıklık sistemi uzmanı)'dur. Hastanenin yöneticisi ve Princeton-Plainsboro Tıp Fakültesi'nin dekanı Dr. Lisa Cuddy (endokrinolog, hormonal sistem uzmanı), onu sürekli gözlem altında tutmaya çalışmaktadır fakat ondan asla vazgeçememektedir. Çünkü en zor durumlarda hastaları kurtaran hep odur, ama Dr. House yüzünden hastane sık sık dava edilmektedir. Dr. House'un en iyi dostu onkolog (kanser hastalıkları uzmanı) Dr. James Wilson'dur."

Vikipedi'de daha ayrıntılı bir anlatımı var ama spoiler içeriyor. Ben sadece ilk paragrafını aldım. Dr. House gibi karakterleri izlemekten hep zevk almışımdır. Acayip derecede eğlenirim izlerken.

Açılış müziği "Teardrop - Massive Attack". Ne zaman dinlediğinize bağlı olarak x)- hoş bir şarkı bence. Widget'a da ekledim.

Bayadır photoshoptan uzak kaldım. House için avatar yapayım demiştim başta ama bu şey çok hoşuma gitti vazgeçtim. Bir de açtığımda hiç birşey yapamayacağım diye korktuğumdan artık açmıyorum sanırım psyi. Bir ara bütün brush, action ve texturelerimi gözden geçirip tekrar başlamam lazım ama ona da üşeniyorum. Arşiv baya geniş de ^^". Ne yaparım diye düşünmeden bir sürü ıvır zıvır yüklemişim. Şimdi içinde kendim kayboluyorum. Şeytan diyor sil hepsini birden yeni arşiv oluştur. Ama bakalım bende o cesaret var mı...

22 Haziran 2010 Salı

Tık...

Sayaç ekledim. xD Burda cidden okuyan var mı diye bir meraka düştüm. Hoş, okuyan olmasa da yazacağım, burayı defter tutmak niyetine kullanıyorum hem böylesi daha renkli ve eğelenceli oluyor.

Dün arkadaşımda yatıya kaldım. Akşam -daha doğrusu gece- geç olunca bizde kal dedi ben de babamı arayıp izin aldım. Aslında izin vermesinden yana pek umudum yoktu ama hiç aklıma gelmeyecek kadar kolay bir şekilde izin verdi. :D. Tabii biz de gecenin körüne kadar -sabah mıydı yoksa o.ô- oturduk. Az daha bugün de kalıyordum. :P. Arkadaşta yatıya kalmak çok eğlenceli ya :).

20 Haziran 2010 Pazar

bip.

Bir arkadaşım bu "bip." i olur olmadık her yere yazmayı ve söylemeyi çok sever. :D. Hatta şöyle ki derste birinden defterini alır (millet, bir yeri kaçırdı, yazamadı, onu geçiriyor zanneder.) defterin ortasına bir yere "bip." yazar geri verir. x) İnsan da bunu görünce ister istemez bir güler yani :D.
Neyse işte aklıma başlık gelmedi bunu yazdım. :P

Sonunda düzgün listeli bir müzik çalar ekledim. Önceden bunlardan eklemek istemediğimi söylemiştim ama diğerinin tek tek kod girmesi ve hataları beni bunalttı. Hem bu daha şeker duruyor. :3
Sevdiğim şarkıları seçmek tam bir dert. Seçemiyorum ki! Buraya eklemediği ve çok sevdiğim daha tonlarca şarkı var ama onları da zamanla bunu yenileyip ekleyeceğim galiba. Şimdilik bu şarkılar idare eder. Özellikle McFly'ları dinleyin! Etrafta McFly hayranı olsun istiyorum ya. o.O" (Yanlızlık çeken hayran depresyonu asdfasdf xD )

19 Haziran 2010 Cumartesi

yatta!

Yaptım! Başardım! Konser çok güzel geçti. Sadece 2 kere çok az şaşırdım 1 tanesini zaten kimse farketmemiş diğerini de babamlar dikkatli dinlediği için rahat farketmişler, yoksa o da çok farkedilmedi sanırım. Olabildiğince duraklamamaya çalıştım zaten. 4 küsür dakikalık bir parça... Sahneye çıktım, rezil olmadan çaldım, ağzım kulaklarımda selamımı verdim ve sahne arkasına dönüp hocama sarıldım. :). Sahneye çıktığımda hep böyle oluyor. Ya da tanımadığım birinin karşısında çaldığımda, farketmez. Dizlerimde bir uyuşma hissediyorum, hani dizlerimin bağı çözüldü derler ya aynı o cinsten ve ellerim titriyor ve sanki kontrol edemeyecekmişim gibi geliyor ve korku heyecan, o karşımın içinde normalden daha dikkatli olarak çalıyorum. Sahnedeyken spot ışık altındaydım, o yüzden de etraf karanlık kimsenin yüzünü göremiyorsun. Bu da biraz yatıştırdı sanırım. Parçayı çalarken kendimi sakinleştiriyim diye aklımdan farklı farklı gündeli şeyler geçiyordu. Ama bir ara bu yüzden dikkatim dağılacak da parçayı unutucam diye korktum. x) Ve anında aklımı parçaya verdim.

Önceki postu yazdıktan sonra da çıkıp direk provaya gittim. Galiba o prova da biraz yardımcı oldu. Asıl çıktığımda daha kontrollü hissediyordum sanırım. Provadan eve dönerken markete uğrayıp çikolatalı süt falan aldım beni yatıştırsın diye. (Çikolata canavarı karşınızda)  Provadan beş buçuk gibi döndüm heralde ve konser sekiz buçukta başlayacaktı. Gerçi ikinci kısımda çaldığım için geç kalmam önemli değildi. Ama ben sanki hiç böyle birşey yokmuş gibi eve gelince ne yaptım? Oturdum ve televizyon izledim. Hatta o da yetmedi iyice abartarak kardeşimin taktığı filmi izlemeye başladım. Normalde saat sekizde gelin demişlerdi ama ben saat sekizi geçmesine rağmen hala filmin başındaydım. Bu rahatlık nerden geldi acaba? Üstelik daha ne giyeceğime bile tam karar verememişken! Neyse sonuç olarak konsere geç gittik. (Söz konusu ben olunca geç kalmak çok da şaşılacak bir durum değil tabi.) Giderken de kardeşlerim sinirimi bozdu. Özellikle büyük olan. Hiç bir şekilde ne beni ne konseri ne de heyecanımı takmayarak konserin daha ilk yarısı bitmeden annemlere bile haber vermeden çekti gitti. Zaten evde de baya sinirimi bozmuştu. Bu evde benim adıma hiç mi heyecanlanan olmaz. Hiç mi bana moral veren olmaz ya. Gerçi konserin ortamına, havasına girince annemler moral verdiler ve kulise gidip orda hocamın ve bu konuda daha ilgili kişilerin yanında rahatlamak baya iyi geldi. Özellikle provada beni dinleyen bir kaç kişinin ve hocamın beni övmesi ayrı bir cesaretlendirdi. :)
Ama konserin bir kötü yanı milletin çocuğu çaldıktan sonra gitmesiydi. Giderek seyirciler azalınca insan bir hayal kırıklığına uğruyor ya. Özellikle de düşünsene sen sahnede performansını sergilerken, heyecandan aman bir hata yapmayayım diye uğraşırken karşındaki adam kalkmış salonu terk ediyor. Hiç de hoş değil di mi? Konserde bir de konuk vardı, eski trt sanatçılarındanmış. Saat on gibi falan çıktı sahneye tabi öğrencilerin performansları bitmişti ve salonun halini düşünün. Kadın da napsın dalgaya alarak "kalan sağlar bizimdir" dedi, başladı söylemeye. Çok da güzel söyledi çok hoştu bence. Hele de bizim kursun müdürü (sanırım) bağlamayla eşlik ediyordu ve resmen coşturdu. :D
Sonuç olarak konser çok güzeldi ve başlarını kaçırdığıma üzüldüm.

A bu arada konserde ne çaldığımı daha önce söylemiş miydim? Sanırım söylemedim. :D
My Immortal! Konserde my immortalı çaldım. Ve tahmin edin ne oldu. Programın akışının olduğu listede yanlış yazmışlar! "My immimortal" yazıyordu. xD. Hocamla bunu görünce koptuk resmen. Ama neyse ki ben çıkmadan gidip anonsu yapan kişiye söyledik de anonsta doğru söylendi. İşte böyle bir şey... Ve üzüldüğüm bir diğer şey de yanımıza kamera almamışız. Konser yeri evden 2 adım ve biz kamerayı unuttuk. Neyse ama bunu takmıyorum.

Ben doğru düzgün çaldım ki~  :D

Ah bir de, büyük olay, babet giydim. xD. Ben ki converse ve spor ayakkabı hastası kişilik zaten bu sene aldım babetleri (güya staj için ama orda giymedim) ve ilk defa giydim. Gerçi evden çıkarken aklımdan hala ya geçirsem mi şu converseleri ayağıma gibi düşünceler geçmedi değil ama uslu kız oldum bugün. (Zaten bu ya bir de etek ve elbise giymeyi denemek istiyorum. Sırf rahatlıktan. Ama ister istemez yavaş yavaş hanım kız oluyoruz galiba...)
Ve bu da konsere gelemeyenlere... (sanki herkes can atıyordu gelmek için de..) Ve söylemeden edemeyeceğim, bu parça daha önce eklediklerimden farklı bir seviyede ve bunu çalmayı başarabildiğim için çoook mutluyum.

 Aa bu video üç buçuk dakikalıkmış. Zaten bunu çektiğim sıralar sürekli üst üste çalarak prova yaptığım zamanlar. Aynı şeyi üst üste o kadar çalınca hız konusunda terazinin topuzunu kaçırmışım biraz. Sahnede daha yavaş çaldım.

My Immortal - Evanescence

(bunda da ufak tefek yanlışlar vardır mazur görün işte :P acemiyiz daha...)
Yine destan gibi post yazmaya başladım -.-"

tatilde. endişeli. heyecanlı.

(Fotoğraf bana ait. Elim biraz dengesiz durmuş ama zaten benim piyano aşkımın dengeli olduğunu kim söyledi ki? x))
Sonunda bilgisayar açtım. Kaç gündür işim gücüm yok, öyle oturuyorum, dolanıyorum -boş işler memurluğu yapıyorum yani- ama bir türlü bilgisayarımı açmadım. "Ay şimdi 2 saat sürecek açılması, sonra başına oturdum mu da bir daha kalkmayacağım, morona döneceğim bütün gün." diyerekten bir süre bilgisayardan uzak kaldım. Neyse, fark edileceği gibi yine tema değiştirdim. Bloggercık sanki beynimi okudu. Bir girdim ki baktım yeni tasarım ayarları eklemişler. Kafama göre tema aramaktan sıkıldım ben de bloggercığın sözünü dinyeyip, sade ve kullanışlı olarak ayar yaptım kendi çapımda. Aslında daha sonra piyano temalı birşeyler yapmak istiyorum ama şuanda hiç onunla uğraşacak şevk yok içimde.
Şaka maka bu sene de bitti ya. Çok hızlı geçiyor bu seneler, çok hızlı büyüyormuşum gibi geliyor. Ayak uyduramıyorum sanki herşey çok hızlı. Güya 11sınıfı takdirle geçebilmek için çalışacaktım. Nerde... Neyse yine de teşekkür aldım, bir ara onu da alamayacağım diye korkmaya başlamıştım. Ama şimdi de düşük derslerim içime dert oldu. Malum seneye sınava gireceğiz ve sınav sonuçlarına okul notlarımız da etki ediyor. Aslında bu yüzden ortalama yükseltme sınavlarına girmeyi düşünüyorum ama bir yandan da korku basıyor. Ya yine tembellik eder de çalışmazdam. Bu sefer zaten düşük olan notu iyice düşürürüm, Allah korusun! Üstelik sınavlar için baş vuru bu cumaya kadar yapılıyor ve ben hala çok kararsızım. Bakalım ama eğer cumaya kadar kimya çalışırsam ve konuyu anladığıma inanabilirsem belki gidip son gün kayıt yaptırabilirim. Offf kimya of! Sınavlar da başvuruyu yakip eden hafta yapılacakmış. Bir de bu dert var.Benim hangi gün olduğunu kesin olarak öğrenmem lazım çünkü tam da temmuzun başında tatile gidiyoruz. Ya bir haftadan uzun sürüyorsa sınavlar. İçimden bir ses de boşver ya, ne bu kadar stres yapıyorsun. Girme gitsin, ne diye risk alıyorsun ki diyor. Karar verme konusunda çok beceriksizim.

Bu arada geçen pazartesi sınıftakilerle pikniğe gittik, gerçi sınıfın yarısı falan yoktu ama, çok eğelenceliydi. Tabii aksaklıkları saymazsak. Gerçi şimdi anlatırken hepsi komik, küçük anılar gibi geliyor. :D. Öncelikle 13 kişilik bir grupla pikniğe, içlerinden sadece bir kişinin yolunu bildiği biriyle giderseniz ne olur? Eğer ki rehberiniz aklı selim biriyse tabi ki de hiç birşey. Ama o rehber bizim arkadaşsa, yaklaşık 1 saat boyunca ellerinizde çantalar, poşetlerle yürürsünüz! Piknik alanına varamadık bir türlü.Gruptaki herkes deli oldu. Neyse iyi bir yürüyüşün ardından sonunda oturabildik ve masaları kurmaya başladık tabi herkes kurt gibi acıktı o kadar yürüyüşün üstüne. Ama bu sefer de başka bir sorun çıktı. Su yok! neyse yine rehber arkadaşla -sırf o daha yürüsün diye- bir grup su almaya gitti. Başka bir grup da çeşme aradı. Bu arada ben de domates soyuyordum ve üstümü batırmayı başardım :D. Üstelik bir de açık renk giymiştim üstümü.Ondan sonra zaten battı balık yan gider diye oturmadığım yer, sürtünmediğim çimen kalmadı :D. yok yok o kadar abartmadım ama bir de çimen lekesi eklendi üzerime, o doğru. Yemekten sonra bir enerji patlamasıyla yeterince spor yapmamışız gibi bir de voleybol oynayıp sonrasında da etrafı gezmeye çıktık. Bir ara yine bir kaç kişi bizden ayrıldı. Tatlıları ve artan bir kaç şeyi masada bırakmıştık. Gidip onları yemişler. Bu arada yan masadaki bir grup da bizim topu istemiş oynamak için. Bunlar da veririz ama bir şartla demişler, diğerleri geri dönüp sorduklarında topu bizim verdiğimizi söylemeyeceksiniz, birileri geldi burda yedi içti, onlardan aldık diyeceksiniz demişler. Bunlarda gülmüşler almışlar topu. Sonra o masaya gidenler geri yanımıza döndü. Biraz daha dolandık sonra hep beraber döndük masaya. yan masadakilerin topla oynadığını görünce bizim kızların tepesi attı. "Bir izin alsaydınız" diye laf attılar hemen. Onlar da aldık zaten diye terslendiler hemen. Kimden diyoruz. Cevap yok. En son hiç cevap vermeden topu bıraktılar gittiler. Durumu tahmin edenler olayın sorumlularına döndüler. Siz verdiniz di mi diye. Ama bizimkiler sonuna kadar inkar. En son yan masa piknik alanından gidince olayı anlattılar. Kızlar da böyle özür dilesemiydik gibisinden düşünecek oldular ama bizim şakacı lar hemen atladı "Boşverin ya onlar uymadı anlaşmaya" diye. xD. Biz de boşverdik. Sonra yine bir akıllımız bıçakla artık bilmem neyi kesmeye çalışırken parmağını kesti. Ama baya derinden kesti. Peçetelerle sarıyoruz, bastırıyoruz, kan durmuyor. En son başka bir akıllı kanı durdurur diye peçeteye tuz döküp bastı. O an yaralı arkadaşa baya acıdım çok canı yandı. Ama kan da durnu neyseki. Bunu birine anlattığımda, "niye tuz bastınız ya birinden sigara isteyip tütün bassaydınız. O da durdurur kanı" dedi. Evet, artık bir dahaki sefere için aklımızda olsun bu çözüm. Neyse en son toparlandık bu sefer o kadar uzun yürüdüğümüz yolu tekrar yürümedik tabi. :D. Artık akıllandık ya en yakın duraktan otobüse bindik. Nasılsa aktarma 21 krş. xD

İşte piknik macerası da böyleydi ama daha önemli bir maceram da var anlatacak ve henüz yaşanmadı. (Henüz yaşanmadığı halde buna nasıl maceram dediğimi ben de bilmiyorum.x))
Bu akşam ben sahneye çıkıyorum. Pi-ya-no! Evet, piyano çalacağım. Hem de seyircilerin önünde. Allah'ım sen yardım et! Çok korkuyorum ya çuvallayacağım diye. İnşallah iyi geçer. Sahnede çalacağım parça değil ama başka bir parçanın videosunu çekmiştim. Onu ekleyeyim (bir yerde biraz şaşırmışım ^^" çok takmayın olur mu?). Sahnede çalacağımı belki konserden hemen sonra eklerim (:
Yine Tchaikovsky.

Old French Song


Piano is love~

1 Haziran 2010 Salı

sıcak.

Bu ne sıcaktır, bu ne bunaltıcı havadır ya! Kaç gündür öldüm. Cep telefonundan hava durumu servisine üye olmuştum. En azından okullar kapanana kadar iyi olur dedim. Kaç gündür yarın yağmurlu hava diyor, yarın oluyor bu sefer bugün az bulutlu yok bilmeme kaç derece. Töbe, töbe... Yine yarın yağmurlu mesajı geldi ama bakalım bu sefer nasıl olacak. Gerçi bu sefer umutluyum. xD. İnşallah yağar da bu bunaltıcı hava da biraz değişir. Sınıfta zaten herkesin elinde kalın bir kağıt parçası ya da koparılmış ders kitabı kapakları :D. Ancak serinliyoruz. Zaten yazılılar da ayrı bir bunaltıyor. Bu havada yazılıya da çalışılmıyor ki ya. (Hoş, hava böyle değilken çalışıyor muydum ki?)

Ay bu arada, yine tema değiştirdim. Gerçi bunu değiştirdikten bir kaç gün sonra yazmak biraz saçma ama ^^". Bu tema çok hoşuma gitti ama maalesef bana uygun değil, yazı alanı resim koymak için çok dar. Sadece çok beğendiğim için birkaç günlüğüne kullanmak istedim. Sonra yine uygun birşeyler aramaya girişeceğim. Ah, şu okul günleri geçse... Zaten yaz tatilinde de çalışmak zorundayım. Ama artık ders çalışmaktan zevk almayı ya da en azından ders çalışmayı hatırlayabilmeyi umuyorum. Aa, söylemeyi unuttum ve büyük bomba. *.* Babam yaz tatilinde arkadaşımın yazlıklarına gitmeme izin verdi!! Okul gezileri dışında ailem olmadan ilk defa bir tatile gideceğim. Ama tabi arkadaşımla ikimiz de yaz tatilinde birbirimizi motive edip çalışabilmeyi umuyoruz. İnşallah!

Üniversiteee~ T^T Ne stresmiş bunları düşünmek de ya...